29 Aralık 2010 Çarşamba

ahir zaman yolculukları

bu çağın dervişi süpermarket rafları arasından çıkacak mıdır?
tekkeden ayrı düşmüş derviş tesbihine ne zaman kavuşur?..
ah vird kalbi nasıl teskin eder
vird huzuru ve tekrarın ululuğu
"...yüz sürelim dergaha..."
ey aşık-ı sadıkan diye feryat eder stüdyolardan ademin evladı
Allah'ın kullarına
kul çoktur da...sadık kalabilen?
"...şal aba geyinenler sevdiğine sadıktır..."
şallarımız ve abalarımız kirletilmiştir. yatak odalarına kamera girdi. görsellik en leri aşıyor in/out sıkışıklığında.


vird sessizliği.
vird sakinliği
ahir zamanın yolcularına ilaç
ya sadık bir dost, yahut yalnızlıktır.
ve sığır çobanları koca koca binalar dikmişler
toprağa secde eden azınlıktır
ey yalnız adam! kaç!
fersahlar ötesine insanlardan...
közdür taşıdığın
elinde ve dilinde.
ahirsel sözlerdir
söylediklerin.

19 Aralık 2010 Pazar

ey can...

"...nicedir derdim bilmezlere kaldım...
derya içre derya bilmez
mizan bilmezlere kaldım
yandım ey can
yanmak bilmezlere kaldım..."

soğuk bir aralık günüydü. ben de artık eski gözü ile bakılan o sony walkmanlerden bir tane...kulağımda bu sözler ... dinliyorum...otobüs tıklım tıklım...hep uzundu yollar ben eskide iken.pil bitmesin diye, kalem ile başa sarardım kasedi. ve aynı parçayı tekrar tekrar dinleyebilmek büyük bir lüks olmasa da önemli birşeydi...

o zamanlar hani ben eskide iken
yine derdim bilinmez
yine mizan bilinmez
yine yakınılırdı.
hani hatırlarmıydım
"ol mahiler ki derya içre deryayı bilmezler..."
akşam bilmem kaç vapuru bir köşeye sinmiş kulağımda mp3 player...istediğim parçayı istediğim zaman istediğim kadar dinlemenin ne büyük bir keder olduğunu anlamış bir halde sıkılıp çıkartıyorum kulaklıkları. çantamdan yedi askı şiirlerini çıkartıyorum. kalem kağıt eşliğinde okunuyor. bünyeye zarar da vermiyor o kadar... karşı koltukta oturan bir kadın yanındakine hayıflanıyor...
"bak canımmm ben mevlana değilim gel ne olursan ol yine gel demicem, adam ol yine gel...çünkü biz mevlana, yunus, hacı bektaşı veli ....değiliz...onların olayı başka"
müdahale edesim geldi. sustum. lebid muallakatı açıktı. belki lebid'in hatırına sustum. diyesim o ki...

taklit edebilmek ne büyük erdemdir. meğer ki taklit edilen; yunus, mevlana, hacı bektaş... olsun
yoksa benliğimizin oyunlarını oynarız da, olması gerekeni taklitten mi kaçarız?

hem ne demişti mevlana celaleddin rum-i ; (sevilmeyi değilsede sevmeyi ondan öğrendim zira)
"gel ne olursan ol yine gel
biz güzeliz sen de güzelleş..."

18 Aralık 2010 Cumartesi

12. gün

günler vardır susmak konuşmaktan
günler vardır konuşmak susmaktan efdaldir...

ben sustum
turab ıslanmıştır dem ile
ve toprağın babasının çocukları
hurmayı ağzından çıkar demişti deden
ve tükür tükür
hatırlar mı kitaplar?
sen bir omuzunda, kardeşin öteki...
sükut içeren yakarış
her gün, solacağını bilerek bakmak çiçeklere ne acıdır
ve öleceğini unutup nefes almaya devam etmek en büyük ahmaklık
şiirler okurdun meclislerde
lebid bile suskun
ben de sustum
zira...
günler vardır susmak konuşmaktan
günler vardır konuşmak susmaktan efdaldir...

6 Aralık 2010 Pazartesi

mutfağım....

KAVGA ETME...
ÇAY DEMLE...
لا نقاتل
تخمير الشاي

1 Aralık 2010 Çarşamba

Sil Baştan




sadece bu şarkı gibi olduğumu söyledi bana çok da tanımadığım bir kadın ...
baktı ordan oraya sürgün oluşuma
ve yeni başlangıçlarıma
ve bitişlerin ne deneli aslında mutluluk ile karşılandığına
isyanım sanki bir parça huzursuzluğa
....
gün geçtikçe ağırlaşıyor UNUTMAK kelimesinin manası...
....biri bu kadını sustursun...çok acıtıyor.                                                                                                                                                                        

24 Kasım 2010 Çarşamba

uyku

uykucuklar geldi mi? diye sorardın eskiden
şimdi sade bir yalnızlık
özledim ise adı sen
eski günler geri gelmez bilirim
zaman yaydan çıkan ok
kalbime saplanır
davasında var yok...
tüm eski parçalar seni hatırlatır
çocukca masumluğumu ve seni
notalarda sen...
nutkum hiç tutulmadı daha en korktuğum anlarda dahi..senin karşında alışkanlığım susmaya ne de olsa...bir sana..ve tek sana suskunluğum. meryem de susardı ve boynunu bükerdi...kıtmire taklidim oysa.

buse haktır payine
erişir dokundukça lebler
virdi ile yeni başlamış bir ayine
terk ettiğim sözlerin üzerine bütün sebepler
yığınla fikir karmaşası...
bir söz..
bir hal
bir bakış...
uyku da bekler..zira uykucuklar geldi mi? demiştin de ben cevap verememiştim ya...
geldi...

22 Kasım 2010 Pazartesi

fikir karmaşası


git, dedi ruhum..
kaçki kurtulasın
ve isyan etki özgür olasın
huzur isyandadır!...
sağ elimin parmakları bir bir nasır tutardı ve bereketli otları biçerdik
yarın hep en güzeli idi...hala öyle..

şimdi kadehimdeki şarap bitti
peynir kırıntıları masanın üzerinde
Musa söyle! ne var dilinin ve asanın üzerinde?
nil neresi? hani firavun nereden gitti?
kaç kafile geçti içimden
ve kaç firavun boğuldu gece düşlerimde...
ve ali...

yusuf medresesinde kalbim
yalnız...
öylesine bir şeydir ki bu yalnızlık...Allah'ın dahi terk ettiği....

yazdım ve sildim.
bana şehvet ile yaklaşan elden
psikolojik bir tanıdan
gömleğimin hiç yırtılmamış olmasından...
burayı okuyan gözleri yaşartmamak,
ruhları asabiyeye sevk etmemek
için sildim...
ve bildim
bir ruhun nasıl delire bileceğini..
damardan, üç duvar bir balkon yalnızlığın gece ne kadar da özlenen birşey olduğunu...
neden böyle yapıyorum..sağlıklı iken unutuyorum...yalnızlığımla mutluyum
hastalandıkça hatırlıyorum yalnızlığımı
en büyük yalnızlıklar hastanelerdedir...
zira hasta acısı ile başbaşadır
ben de...
şehir elini eteğini çekince,
bütün karmaşası bitince martıların, vapurların, insanların ...
gece çöktüğünde sokağa...
başbaşa kalıyorum
odam hariciye koğuşlarından bir koğuş...

aynaya bakıyorum
yaşayan bir ölü görüyorum
hayvan gerisine saklanmış bir ruh...
dünyanın telaşına kaptırıp gitmiş kendini...güruh...
almış arasına
bira kokusu, şarap tadı ve vay anasına...
insan insanı yer bitirir olmuş.

ne diyordum..yani gece
karanlık...ve sis...

şaraba ve peynire gizlenmiş ne kadar tad var ise
zahide helal kıl
zira şiir rızkıdır şairin
ve en büyük nimet akıl
kıvrımlarındadır mısralarının
senden izler yoksa boştur sözler sevgilim...

tekrar denedim....
tekrar anladım.
...
hani ben 5 yaşındamıydım neydi...
yağmur yağarken kaçmıştım baba hatırlarsın değil mi?
dilimde hep söylediğin şiirler, hani annem geleydi
beni bulaydı
..
sen yine olmaz demiştin
baktığında gözlerimin içine...
ben yine yine doğruyu söylerdim
kalbimden geçeni bilirken...
dilimden mi senden mi gizleyeceğim?
koca bir kuş başını kuma gömmüş
baba....
özledim seni
nutkumun tutulmasını
dizlerinden dünyayı seyretmeyi
ve beş yaşımı...

29 Ekim 2010 Cuma

tesbih, ateş ve derviş

çok kelime var dilimde ey sözlük... ve gecenin saat 02.00 si olmuş. aklımda hep yalnızlık sözleri...tenhada hissedilmiş ne kadar pis duygu varsa...eskiden karşımdaki insanlara kızardım. artık kendime küfürlerim...

tesbihi tutan elim
ahşabın donuklaşmış hali idi dua da
ve ışık,mumlar dolusu akarken demin
damarlarından yatağına
kirletirken namussal oyunlar ile kendini
en çok aklın sağlığında
ve yahut döşeğinde ölümün
son hıçkırık...
penceremin buğusuna
çocukça yazdım...
alnımın yazısına...
"hiç" deyip durdum.
"Hak" dedi dilim
ve çarpar kalbim...

şimdi devir ey çocuk...
Antony & The Johnsons  yahut Itri dinleme zamanıdır
madem gecedir
ya sevişilir ya secde edilir bu vakitte


yağmur tekrar tekrar yağacak...
fiyatları düşsün diye raflardaki sebzelerin
ve prof.dr. bilmem kim...
yırtacak bütün tezlerini
kulak kesilecek koca karıların sözlerine
terk edecek vali konağını
ağa çiftliğini
öğrenci kitabını
vaiz kürsüsünü
fahişe "mektebini"
eşkiya kervanını ...
terk edecek
düşecek peşine bir muştunun...
"hiç" diyecek Galip Dede...
ve Hallac-ı Mansuru bir kez daha anlatacak babam...

tabutlar boşa kalkacak dünyadan
yeniden can bulacak 21. yy. da derviş
alış veriş merkezlerinden kovulacak Meryem...
çarmıhtan kurtaracak Ruh-ul Kudsün oğlunu....
uçacak keder, uçacak elem..
"elem neşrahleke..." tekrar salınacak minarelerinden
kisra yıkılır..çatlamış duvarlarda ki ölçeği kaçtır depremlerin
kaç kişi iman edecek havarilerinden?
teknisyenler mi incelmeli ve öyle mi iman etmeliyiz?...

yani Ruhul Kuds tekrar gelecek
ve tekrar gidecek
ve Ali...
binbir kıyafet değiştirecek...
derviş secde de son bekleyişinde
....

13 Ekim 2010 Çarşamba

gelsen ve ben dokuz yaşımda

gelsen
ve ben tekrar dokuz yaşımda olsam
çizgi filmler, minik legolarım ve düldül...çok şey olsa benim için
sıkılsada minik canım korkudan karışık saygıdan diz çöküp otursam
bir dizine abimi ötekine beni oturtsan...yani o kadar minik olabilsem
şimdi koca adam ayakkabıları giyiyor ben...
ayaklarından öpmek için eğilsem
yücelsem
ve gelsen
ve ben tekrar dokuz yaş masumiyeti...
hani okuyabiliyorken bakkaldaki çikolata markalarını
ve susturacak kadar başkalarını
...
hani yürümüştük...gün nasılsa sıcaktı...
çok paramız yoktu. ben bilmezdim gerçi
varı yoğu...
sen vardın.
hani gelirdin zaten.
en zengin sendin hep gözümde en başından itibaren
az ben
çok sendin
üşüyen ben
ısıtan sendin
uyursanarlardı seni
kızardım..hem de çok ben!
polisler gelmişti...hem görmüştüm ben...
götürürler miydi?hani o kötü adamlar ...heryerdeydi
bir seni yanında yoktu
korkmuştum.oysa boşunaymış. o kalbe bu çoktu...

sen gelsen
ve ben dokuz yaşımda
....susssam.

6 Ekim 2010 Çarşamba

bir gün tüm yıldızlar dökülür yere

bir gün tüm yıldızlar dökülür yere
sanma kıyamettir.
aşık olmuşsundur sadece var yahut yok yere
sanma cinayettir
yalnız kalmışsındır
üç duvar bir pencere arası.
sokak soğuktur artık
yaz bitmiştir
son baharında bu yılın götün yedi ise aşık olmuşsundur
en iyimser hal sevmişsindir

27 Eylül 2010 Pazartesi

sahi eskiden aşık olurdum ben güzel günlerdi.

"yalnızlığa ne kadar alıştığımı fark ettim. bu kadar rahat beni rahatsız etti..."
"belki evlenmeliyim diye düşündüm..-taşaklı bir kızla- "

"kazancı bedih dinlemeye devam ediyorum...ne hoş söylüyor rahmetli... -evladı ayan seni hep varlıkta över ..."

ve pazartesi sendromu bir demet...


SAHİ ESKİDEN AŞIK OLURDUM BEN...GÜZEL GÜNLERDİ...

15 Eylül 2010 Çarşamba

delik deşik bir kalp, ney gibi

nedenleri sorgularken fark ettim...kalbim delik deşik hale gelmiş. geçmişte ne fedakarlıklar yapmış veşimdi elinde ne var...bunu sorguluyor. gece yalnız kaldığımda, ofisten, merketten, sokaktan, insanlardan, kendimden...hepsinden kendime kaldığımda! yani tenha da...yatağımda...anlıyorum hem de çok iyi...

kalbime tecavüz edilmiş hem de defalarca, sinir krizleri arasında...adına aşk demişler...bu sokağın başında beklemiştim saatlerce, anne ve babama anlatamamıştım sebebini..annem "sen aşıksın galiba" diye üstelerdi... yok artık öyle bir halim...olamıyorum kalp delik deşik edilmiş... baba!!!!

kalbin mescidinde secde edilecek bir karış yer kalmamış, emevi süvarilerinin atları pislemiş...adı talan..yalan..
kaçmışım, en sonunda kaçmakta ve alttan girip üstten çıkan söz oyunlarında bulmuşum felahı...oysa nasıl da nutkum kesilidi
"bütün dillerde fasihim, bir senin şimalini tasvirde suskun..."

olmuyor, bakışlarım değişemiyor, kalbim farklı çarpamıyor...aşk burada oturmuyor, zira dudaklarımda öpecek bir milim yer kalmamış...kirlenmiş...minber kırılmış...dedim ya bir karış yer kalmamış.
artık ritim de atlamıyor kalbim...yerinde bulamadılar. yok'muş... hani bir varmış bir yokmuş...

ilandır...kalbime tecavüz edilmiş, delik deşik...iki küfür geliyor aklıma kulaklarımda asılı kalmış...dilimin ucunda ne kelimeler vardır oysa, bileklerimin ucunda ne yumruklar vardır...sinir krizlerinde indirmem gereken sevdiğimin suratına..
onu alıp sallamalı, saçlarından tutup kafasını duvara vurmalıyım... kanarken kaşlarında açılan bir yarık, yüzüne tükürüp hakaretler etmeliyim... en son elimi böğrüme atıp kalbimi söküp suratına fırlatmalıyım..o ise aç köpekler gibi...yüreğimi yemeli...ah!...Hind...ve Vahşi....
Uhud'un gölgesi ne tarafa vurur söyle ey kalbim...
bir mızrak saplaması mıdır beklediğin
temizleyecek olan Peygamber mescidini
ve yüreğimi...
ne türküler vardır bilirim söylediğin
sinir krizi nöbetlerinde 4-6...

sabah yine aynı güne uyandı..08.15 vapurunda bir simit ve ıhlamur ile...başlar iken gün, radyo da aynı haberler...ve tını..
"...
kimseler beni dinlemez
bari sen dinle yüreğim
rüyalar bile terk etti
bari sen gitme yüreğim..
.."

14 Eylül 2010 Salı

sabır taşı ve bekleme molaları...

"çatlarken sabır taşı
dert hayat arkadaşı..." Ö.K.


epeydir yazamıyorum,
kalemim sağlam; ellerim ise kırıktır
kalbim hastalığa yakalanmış
eyyam-ı siyam ise geçmiştir..
gelen ize hazandır şimdi sarı sarı yapraklar sallanmış
ağaçlarında bahçenin
...
"ve düşmek..."

ne büyük bir yükseliştir kimi düşmeler, nasıl anlatacağım bu çağın insanına ve en başta kendime mohr...ah mohr...ne kadar manalıdır... düşürmek anlı mohr'a...ıslanması ter ile; kan ile evvelce ıslanmış toprağın...
zira ben - ki anlatmaya hevesli ben- dili düğümler dolusu yaradır artık. taştan bir adam, mani, yasak, suç, günah...
"nehirler düşlerim göl kenarında"
düşerken düşlemek ...
işte mesele bu olmalı
bunaldım...sıkıldım çokca
en çok kalbimdeki spazmlardan
ve ilacı, doktoru, eczacıyı...reçeteleri ve tahlilleri elimin tersi ile ittim

"babamın gölgesi koruyor beni
oh ne güzel şehir bu eski şehir"
ve babamın gölgesini aramaya koyuldum.
güneşin altında...
temmuzun ve ağustosun sıcağında,
yelkovan akrepler kıskacında
umut en son menzil
kaf dağının arkası
iki insan arası
....
yetmiyor hiç bir şiir ve şair...
Ali Mezinani'nin kitapları mahsun mahsun bakıyor bana, kütüphanem 2 aydır uzaktadır benden; ben ise S'abe gibi çiftleştiriyorum koyunları ve koçları...benim boyumdan aşan sürüler geçiyor...kaçıyorum köşe bucak...eski konuşmalarım gelip beni bulmasın diye...saatlerce adaletten, metaryalizmden, küfürden ve şirkten konuşurdum oysa... bıktıran, yıldıran konuşmalar.. belagat parçacıkları...vaiz küskün ve bitkindir...zira minberden kovulmuştur

"esir olmuş , bileklerimiz elimiz ayağımız
esir olmuş gören gözümüz, işiten kulağımız
alıp güneşi götürmüşler burdan uzaklara
küçümen çocuklarımızı komuşlar hep güneşsiz..."

bir kalem kırılma sesi duyuldu
siyer kitaplarındaki harflerin gittikçe silindikleri gözlemlendi...

14 Eylül 2010 - İstanbul

27 Temmuz 2010 Salı

kendine kaçış

kendimden kendime kaçarken ...gün nasılda bitiyor..
güzel bir çift söz duymak, serin bir vişne şerbeti içmek, hafif bir tebessümle izlemek şehrin ışıklarını bir fesleğenin arkasından...ve zaman akıp giderken...hem de akrepten ve yelkovandan daha hızlıca....beklemek balkonlarda...karı-koca kargaları dinlemek gibi...şehrin gürültüsü, martı sesleri, uzaktan bir motor geçiyor, bir siren ve vapur son kez son seferine niyetleniyor...
ter kokusu siniyor gömleklerine erkeklerin, kadınlar son epilasyonlarını yaptırmış yazın ortası temmuzdur aylardan nede olsa..kimsenin ne adet geçirmeye tahammülü vardır, ne de beklense de beklenmedik olan başka bir şeye...göz göre göre yaptıklarımızdır aslında süprizler...ve ne yaşadı isek ettiğimiz dualardır kalbimizden...
komşular ...
evet komşular ne kadar çok konuşuyorlar. benim tek kişilik evimde ses sadece ya müzik setinden, ya sehpanın üzerindeki neyden gelir...makinalara tahammül edemiyorum zira şu aralar...

uçaklar geçiyor tepemden...moda sahili beni çağırıyor ufaktan..şimdi sahi ne dinlemeli yoğun geçen günün ardından? jazz diyor içimden bir kıpırtı..öte yanım alabildiğine ala turka...sahi bir umut?
o da yarın geliyor
ve yalnızlık tütsüsündeki son demler midir?
o da biliyor
o da bitiyor
oda üstüem üstüme geliyor
dört duvarına da yalnızlık yazılmış
ve alnımdaki bulanık yazı
kadere
kaygılı bir bakış
umutlu dualar
dün geceden beraatlar...amin
o da yarın geliyor.

18 Temmuz 2010 Pazar

gitmek...

ebu hayseyeme'nin hoş bahçesidir şimdi balkonlarımız
ve hurmalıklar yerini süper marketlerin reyonları ile değiştirmiştir
yüzyıllar 21 iken
tahammülümüz yoktur kendimize bile
eski şiirler okuyoruz tekrar kendimize gelebilmek için
eskiyi karıştırıyor "akademia"
aşk labaratuvarlarda hep bilebilmek için
kimin kimi sevdiğini...
atsam kendimi balkondan
ebu hayseme'nin hurmalıkları bırakıp kaçtığı gibi
düşsem tebük'sel bir yola
babamın gözümü ve kalbimi açtığı gibi...
beden...sen en olur ruhu biraz daha oyala
yok...
düşer umutlarım artık
asansör boşluklarına...

13 Temmuz 2010 Salı

kaç



kaç git ruhum
bedeni terk etmeden gitmek istediğin kaç ülke varsa..
kaç sınır varsa...
kaç...
ardından kovalayacak olan
bilincinin altına süpürdüklerindir
çarşafına sinen koku?
hangi bedenindir?

yok olmak var olmanın bir parçası
yalnızlık ...

hangi ah'ın kancası?



rıhtımda bekleyen
dört duvar bir balkona hapsolmuş "ben"...
aşk tırmanır duvarlardan
ekmek ay başlarında kovalanırken...
market raflarında en güzel vücut...
iştahın sonu sükut...
doğar güneş pencerelerden
aşk kapı aralıklarına sıkışmışken...
kaç kurtul beden...

20 Haziran 2010 Pazar

yaz'sal sıkıntılar

yazsın, susuzluğun ve kalbin sıkıntısı...
fazla mıdır artık 21.yy insanına?
güzellik salonlarından mı çıkacaktır Leyla?
nice rubai kısa mesajlara hapsolmuş...
nice gömlek muhtaç aşkına Züleyha!
zincirler çıplak bedenlere inmiyor artık
en güzel fabrikalarında dokunmuş en uzak doğunun
en uzak batılarında basılmış marka t-shirt'lere iniyor
çocuklar unutmuş adını kanın, sıcağın, soğuğun...
ruz-i hani'ler hoparlörlerden dinleniyor, göz yaşları ile!
kalın siyah kocaman gözlükler ardından...
ince kalem gibi alınmış kaşları ile
narin parmakları...gülüyor matemler ardından
ve çok seviyor italyan makarnasını çocuk
aşıklar artık istemiyor Şiraz'da, İsfehan'da, İstanbul'da
yahut Bander Abas'da ; en olmadı Beyrut limanında buluşmayı...
Paris ah Nice!...Kocaman gökdelenleri arasına sıkışmış
en duygusalı barok binaları arasında alışmış...

metal kuşlar daha iyi uçsun diye çıkıyor petrol...
yusuf'u kurtaracak kervanlar taşımıyor artık onu
taşıyor ve boğuluyor...Kenan soyu...

ne demiştik...limanlar ve kentler...
ne dış dışalardır artık en iç içe...
bu yüzyılın kavgası ekmektir
puslu tarihte kalan sevmektir...
varsa yoksa bilmektir...
hangi cafe'nin kahvesi en güzel; hangi marka bira daha makbul...
ayinlerden, namazgahlardan, çeşmelerden, iskelelerden bahsetmek...
ah ne abes...
yaz'sal sıkıntılardır...
ruzi hani'ler isviçre çikolataları yenirken dinlenir olmuş
baldırı çıplak koca adamlarca...
eski acılar zevk veriyor
taki... yaşanana değin tekrarlarca...

10 Haziran 2010 Perşembe

uzun bir aradan sonra....

dünyanın bin bir telaşına düşmüşken bir nefes alma fırsatı bulduğumda...yani TV'nin kumandasını elime almayı başarabildiğimde gördüklerim ...duyduklarım....

boş ver yazmayacağım...ne katledilmiş bebeklerden, ne yıkılan evlerden, ne aç bırakılan insanlardan, ne sağlık ve eğitim hizmeti almamış yoksullardan, ne işkence çeken suçsuz mahkumlardan, ne işgal edilmiş topraklardan, ne zulümden , ne mazlumdan.... durdurulan yardım konvoylarından, iki yüzlü yönetimlerden vs vs....

hiç birinden bahsetmeyeceğim...sadece bed-dualarımda aminden bir kaç kelime evvelinde kendilerine yer bulacaklar; beyni, bedeni, kalbi satılmış olanlara...hala bana dokunamyan yılan bin yaşasın diyenlere....

ve bütün bunlar olurken bir kez olsun dönüp bakmayanlara, yoksayma fiilini kendilerine kalkan benimsemişlere...neler yazmalı, neler söylemeli? kaç fosfor bombası daha patlamalı ki açılmalı gözler?....hayat sadece kendi minicik dünyamızdan mı ibaret?...

21 Mayıs 2010 Cuma

bir ses



"...göğsünü açıp seni ferahlatmadık mı?..."

bir ses
zamlı sureler dolu heyecan var içinde...sabah ve ikindi...
ne dar vakitlerdir
sevgisi de sıkışır insanın
ikindi vakti...ve sabah...
ne hızlıdır...
ben ise bu ikindi ağırdan alıp vakti...
çocukluğumun geçtiği eski sokaklardan geçtim
ağaçların arasında teneke kutularla yaptığımız maçların coşkusunu
gül ve fesleğen kokusunu
öğretmen cetveli korkusunu
hepsinden önemlisi
ikindiler artık sevgi yoksunu
eskiden
önce Ali öğretildi bana
babamın kucağında
ardından ilkokul sıralarında
sonra güzel yazı defterlerine yazıldı.
adı
bir kurşun kalem ile yürek sıcağında
bakması için ata
hani ata biner ve yetişirdi ya dara
hızır vardı ya?
....

akşam eve dönüş...
babamın gözlerinde yorgun sevinçler
annemin dilinde...pembe düşler...
ağır kelimeler...
bunlar çok ağır anne!
Allah!
....
"Bismillahirrahmanirrahim
Elif Lam Mim..."
...
yani ne varsa yangında kurtarılacak öncelikli olan..
yani candan ötesi anne!...
hani şu babamın seccadesine alnının deydiği yerdeki oyuk...
işte o!
varsa varlık; yoksa yokluk...

1 Mayıs 2010 Cumartesi

bu da geçer mi?

ne kadar kirlenmiş ellerim ve titrek parmaklarım var
ve neşeli sözlerim
annemin çehresinde tebessüm...
kaç liradır?
affan dededen alınan çocukluk, gece yaktığım tütsüm
unutulalı ne kadar zamandır?...

yaşamsl koçlar zamanıdır artık
tütsüler
pirler
dervişler
ve mürşitler
zamanını kaybettim ...bütün kalpsel ritimlerim arasında
ve yazamıyorum artık
zikir durmuş
ayinler ve çeşmeler akmıyor
kara bir koç
gökten inmiyor
anne Cebrail mi İbrahim'i bekliyor?
ah ne kadar ağır kelimelerdir
şiirin, sözün, nesirin...herşeyin dengesini bozan
kendine ağırlık ötekine hafiflik katan
siyahı kara yapan
ve kapalı yollarımızı açan
beyaz
ali ve at gelecek midir?
düldül nicedir?
kelimelerim var cebimde
dilimin ucunda
ağır suskun kelimeler...
sözlerim var
söylenmesi gereken
oysa ki, susmuş...
susturucu takılmış ağızlarımız ile özgürleşeceğiz arkadaşlar
ve ayin yeniden başlar
şah-ı kevaşan
ehl-i livata
ve dahi ehl-i şehvet...
aşkı ile...
günaha döner sözlerimiz
ağırdır zira...

5 Nisan 2010 Pazartesi

...


Kendisine kavuşmak ihtimali az olan sevgiliden ümidi kes.
Vuslat arayanların en hayırlısı, kendisine vuslat ümidi vermeyenleri bırakabilendir.
Lebid – Muallkatı Seba (Yedi askı)

3 Nisan 2010 Cumartesi

zaman akıp giderken

günler geçti...
zaman ise en hızlısı hareket eden herşeyin...ışıktan hızlar ötesi...algının bittiği yerdir. sabrın ve mohr 'un çatladığı andır zamansızlık. ah ne sıkıntı!  kalbi ne kadar yoruyor.

oysa kızmalıyım kendime. ideolojilerimi ve bütün inandıklarımı önce kendi kendime sarstım. sonra ise hepsini aylık belli bir meblağ ve ufak bir itibar karşılığında sattım. herşeyi boş verdim. kimseyi "takmadım". tabiri 4 mezhebe göre de caiz ise...

en çok kalbi temiz olarak bana gelenleri üzdüm. kötülerle savaştım. yenilsem de umurumda değil ya...hesabı soracak olan var zira. ve bir çok işimizi havale ettiğimizi sanarız ; oysa ellerimizdedir kaderimiz. bazen ise iki dudağımız arasında. sahillerde dolaştım. yazmadığım günlerde hoş bahçelerde gölgeliklerde ve sıcak kalorifer peteklerinin yanında ter attım. özetle herşeyden el etek çekmedim. ama kendime çok sarıldım. kendim kendi kendine. ah masturbasyonel bir silahdır şu ego. ne kadar da yoruyor bedeni; yine bedenden çıkıyor oysa...bir paradoks mudur seks?

boş verelim bu felsefi kelamları. secde anındaki huzuru unuttuğumu fark ettim. ne kadar uzağım kendime. hiç bir tını hiç bir müzik ve hiç bir güzel çehre aklımı başıma getirmiyor.

dört tekerli bir arabanın içinde idim. ilk mekanım bir birahane oldu. yeni bir arkadaşımla oturduk. ilk cinsel ilişkilerimizden bahsettik. oysa hiç cinsellikte konuşmadık. içim sıkıldı. sadece sin kaf ettim demek bile utanç verdi o an bana. küfür etmeyi bir an durdurdum...durdum ...dum...

bıktığımı fark ettim. önümüzdeki kurban bayramında ümre için program yapmayı düşündüm. beytul maktisi ve beytullahı ziyaret etmek geldi aklıma. ....

ve eski bir kaç hoşlandığım insan...ah erkekler...kendi hemcinslerim...ah kadınlara öykünen erkekler dünyasında...

kafam karışık patron
bu rapor yetişmeyecek
nazımdan şiirler okusak olur mu?
hiçbir söz diğerine ,söz bitişmeyecek!
bir kelime beni de bulur mu?
pardon
patron?
....

13 Mart 2010 Cumartesi

herkes farklıdır oysa...



herkesin aşkı mecnun-leyla mı olmalı?
ve herkesin hastalığı verem?...yunus'lardan, mevlana'lardan, peygamberlerden, filozoflardan dolu bir toplum!
şefkat ve merhametin artık doruk yaptığı bir hayat. kötüye yaşam hakkı arayan Zerdüşt'ün derdini şimdi anlıyorum....

bütün aşklarımız mecnun-leyla formatında olmasa da; ufak soğuk algınlıklarımız verem kadar can alıcı ve acıklı değildir...fabrikalarda artık fakir kızlar çalışmıyor...bir çoğu kapandı... zengin çocukları hiç bir zaman babalarının fabrikalarında dolaşmamışlardı... hep o filmler...filmler...filmler...Kara Murat 'ın bir 17.yy eşkıyası olduğu gibi...

Murat Bardakçı'dan öğrenmemiştim ama bir çok şeyi keşfedeli/ fark edeli daha farklı dönüyor dünya... İçtiğim her kahvede gecelerce Allah'a yalvarmak için ...yani uyumamak için...yani yarı ölmemek için...kahveyi bulan dervişleri anıyorum....  fincanları ucuz çin pazarından akıp gelse de...ipek yolu artık kablolardan geçse de....hayat sanki çok eskisi gibi akıyor...insanlar hala kılıçlarını kuşanıyor...Star Wars 'da bile kılıçlar...oyunlar oyuncaklar...

kansal basınçlar ve bu soğuk-alınganlığı ile kendime bile faydam olmayacakmış...bir dostum öyle söyledi...haksız sayılmaz. en büyük engel annem imiş hayatımda...ah biri de karşıma çıkıp bilmediğim fark etmediğim birşeyi söyelse...bildirse....fark ettirse....

8 Mart 2010 Pazartesi

üçüncü selam...kaçıncı perde?

günlerdir uğraşıyorum. susmak için. sustum...sustum...hep karşımdaki konuştu. ben ise onayladım. meryem orucu ne sıkıntıdır...susmak ne büyük olgunluktur...konuşacak binlerce kelimesi olduğu halde susmak.

annem konuşuyor
müdür konuşuyor
babam konuşuyor
kardeşlerim
yeğenlerim...hepsi ama hepsi....

yalan söyledim. oysa babam susmakta. ne kadar çocuktur. yıllar oldu görmek için cesaretimi toplayamadım. korktum. evet kaçtım. istediğim bu idi belki. tıpkı acı çekmekten mutlu olduğumu hissettiğim anlar gibi. melami bir acı var kalbimin ta derininde.
20 ye bilmem kaç tansiyon ve bilmiyorum kaç derece ateş ve bilmiyorum kaç boğum şişmiş bademciklerim...hepsi ile yazıyorum. tırnaklarım uzamış.
hasta...en çok kendine uzaktır. ve en çok semvata ve melekut alemine yakındır. nabız takriben 47-48... ilaçlarımın hepsini kullanıyorum artık. doktordan da kaçmıyorum. sersemletiyorlar beni. aklımı kafa tasımdan alıyorlar...hep bir ayin dönüyor. ah 3. selam'ın devridir. dinlerken ritim buluyor kalbim.

hasta adam gündüz hasta olmamalıdır. tebessüm etmeli, pehrizini bozan tuz, ekmek, şeker, kahve tüketmelidir.. herkes onu ne zinde ne coşkulu bulmalıdır. kızlardan ve erkeklerden hayranları da olacaktır. lakin hiç birine aşık değildir/ olamayacaktır.. bu ne kesin bir yargıdır.

kudüm ve ney...selam-ı salis...

suya yabancı uykuya yakınım.
hayaller görüyorum gece
geri alıyor tüm işgal edilmiş coğrafyalarımı
babam beni hala seviyor...
tebessüm edip zem-zem sunuyor 
annem kaçıyor
...
başım ağrıyor. daha fazla yazmıyor parmaklarım. özür dilerim okuyucu tüm saçmalıklarım için.
özür dilerim anne seni bu kadar sevmediğim için
ve teşekkür ederim her kapı açılışta seni aradığı için
gözlerim.
lakin
yeter...
kadın
kadın
kadın
ne sıkıntıdır
ne derttir
tıpkı para gibi...

22 Şubat 2010 Pazartesi

kan, çiçek ve sabah

matemin çiçekleri için yazıyorum...
hurma ve zeytin ağaçları gölgesinden
kelam kürsülerini yıkıp geçen bir batınilikten biliyorum
olanı biteni ve başlayanı...
yıllar ötesinin bilmecesinden
geliyor nefeslerim...
babam ile annem arasındaki o ince, naif, kırılgan ve akışkan bağdan...
nutfe oluşumdan ....
aslında ne kadar da sıradandır...
ruhlarımızın toplandığı anı unutup doğduğumuz vakitten saymak yaşımızı
ve fırlatılıp atılışımızı
bu dünyanın sahillerine
ufuklar ölüm sessizliği
cennet özlemi...
hurma ve zeytin ağaçları gölgesinde yazrıyorum
gözlerimde kim silecek elemi?
inşirah özlemi..
anneler doğuma yardım ederler sadece
ki ölüm karşısında sessizdirler...
son nefesin de tükendiği gün yahut gece
ardı olmayan silsile işleyecek yine...
med ile cezm arasındadır oysa yaratılmışlık
med ile cezir arasında değil!
kun.....
ol....
"be"...

15 Şubat 2010 Pazartesi

çok mu uzaktır

*

Çok mu uzaktır beklediklerimiz? 
Kim kaçtı ise ardı sıra koşan dünya...
Kim kovaladı ise kaçan dünya...
Bekledikçe gelmeyen
Müphemleşen
Silikleşen...

Kalbin kaldırımlarında otursam
Kaldı ki mevsim yaz olsa
Yazdan kalmış kışa biz razı iken
Şubat 14 saat 12:00...
Günlerden pazar
Sabah için hayli geç;
Öğlen için ise oldukça erken...
Sıkışıp kalan ezan sesi o dar sokaklardan kıvrılıp ilerlerken
Bir demet gül! Haydi birini seç!..
Aklını oynattıracak güzellikte bir adamın
Tebessümler...
Fare ölüleri sokaklarında Moda'nın
Ah bir ıslak bir sıkıntılı hava...Tıpkı bir akşam üstü Diyar-ı Bekir'in
Gece özgür olmak ne ise esaret odur pazar sabahı boş şehirde
...
Bir beklentim kalmamış 
Özür dilerim anladım.
Noktayı ne kadar sevdiğimi
Ve acı çektirmeyi kendime bir görev bildiğimi...
Kalbin kaldırımlarında gezdiğimi
Oysa hiç girip yanmaya cesaret edemediğimi...
Korkak...
Alçak...
Hiç bir annede yoktur bir fahişedeki cesaret...
Kaldı ki fahişe anne olmuş olsun...
Ve havaya, suya , güneşe esaret....
Ruh ne özgürdür oysa uykuda...
Gözler kapanıp havalandığında...
Rüya olur adı...
O gerçek biz yalan
Biz gerçek o mu yalan?
Atılmışlık bu dünyaya...taki bir hıçkırık
Var hadi birazcık da sen oyalan...
...

(*Fotoğraf çalışması için Erkan'a teşekkürler)

9 Şubat 2010 Salı

Antony & The Johnsons- What Can I Do



What can I do
When the bird's got to die
What can I do
When she's too weak to fly
What can I do
When she's calling my name
She's crying
Mama, Help me to live
What can I do

....
Antony & The Johnsons- What Can I Do
Azrail'e karşı Annesinden acizce yardım isteyen, en azından bir hazin ölümü sırtlanıp giden herkese....Yitirene ve yitirilene...

Bir kuş ölmek üzereyse
Ne yapabilirim?
O uçmak için çok zayıfsa
Ne yapabilirim?
Ne yapabilirim?...
Benim adımı andığında
Ağlıyorsa...
Anne! Bana yaşamam için yardım et!
Ne yapabilirim?

(çev.Avare)

ve kayıp gider ellerinden sahip oldukları...
aslında sahip olduğunu zannettikleri gölgelerdir eşyalar...
yahut eşya yerine saydığı ruhlar
bütün yitirilenlere ithaf olunur...

6 Şubat 2010 Cumartesi

ey içimdeki çocuk


 
Sana sesleniyorum karalar içinde iken sen....en sevdiğin "ayucuklu pijaman" artık yok farkında değil misin?seni seven insanlar artık cinsel hazlar duyuyor sana dokunurken...baban artık öpmüyor seni sen uyurken...ve artık eskisinden daha çok yoruluyor annen ve baban...büyümeni bekliyorlar boyun onları geçmiş olsa da...hiç hüzünlü parçalar dinlemiyorlar, hep geçiştiriyorlar günlerini...

Farkında mısın çocuk? çok kırdılar kalbini ve onarmıyorlar annen gibi...ve sinirlendiremiyorlar seni annen kadar...acıt mıyorlar canını bir yeni yetme iken yediğin dayaklar kadar...bütün yanlışlarını teker teker yapıyorsun hayata karşı. 

Aşk ?!!  ne mantıksız ve asabi bir kelimedir senin için... ibni haldun'dan öğrendiğin bütün asabiyetini atalarının, ve şimdi hepsini yıkmanı söylüyor rüyalarındaki adam. sus diyor içindeki seni büyüten derviş....sus ki sabah geç olsun. eskiden nasıl sevişti isen sabahlara kadar şimdi ise matem tutmalısın. sen karalar içindeki çocuk...

Bilir misin? Erbain-i Hüseyin'dir ve Cuma'dır. Baban yedi vakit secde de ....Deşti Kerbela'yı , Firdevs'i, And'ı, Hasan'ın içtiği zehri sunan hanımını, Yezid'in üstündeki laneti, Ebu Turab'daki merhameti ve Zülfükar ile yıkılanın düşman / rakip / yarışmacı değil asıl ben'lik olduğunu ....Ah! bunları bilmeyenlerden kaçıyorum....Mesih anlıyor beni. Zira o görüyor gök yüzünden, babam ise işitiyor kalbimdekileri....

Bunları bilen biri, bilse de unutmuş biri, bilmese de bilenin ayaklarına kapanacak biri....Alnı değerken mohr taşına benliğini arka safta bırakacak bir kişi....

Oysa unutmuş çocuk...Gothe'nin çocukluk dualarını ve ayinlerini.... Nietzsche 'nin idealizm uğruna bir arabacının ellerinde öldüğünü...J.P.Sartre'ın Um Khoultoum dinlediğini... bitmiyor...Bir doğu/batı divanı mı arıyorum? 

-Telefon çalar ve bir haber gelir mi?
-Sanmam ...
-Eğer ki aramıyorsa....Boşunadır...Bunca gözyaşı bunca bekleyiş bunca....

Zira...Eğer Mesih yükseldi ise göğe ve gerilmedi ise çarmıha ve Aziz Pavlus bir yalancı ise...Bunca teoloji ekolü, bunca kelam okulu, bu kadar yüzyılı bu kadar büyük bir yalanın...Hepsi boşunadır....

Ah gece ne kadar kısadır çocuk. Düşünmeye vakit kısa....Konuşmak için ise uzundur. Meryem orucunun sonudur...Konuş....Başlangıçtaki kelimeyi söyle....Yahut sus ve bul bunca yıldır bunca müzisyenin asıl aradığının sessizlik olduğunu....

Çocuk BÜYÜ!....

30 Ocak 2010 Cumartesi

golgota

kimdir merhamet edecek olan ?
yolda kalmış olan ve yazdan ve kıştan emin olamayan ruha
sonu dörtten fazla elif miktarı uzamış bir fatiha
göz yaşlarını kim armağan edecektir?

sen temizlendiğin gün
yahut bittiğin gün yanmaktan
ya duracak dünya , duracak kalpte akrep ve yelkovan
yahut can bulacaksın tekrardan

ya var
yahut yok olmalı...
golgotalar
zılgıtlar
aminler
mezmurdan parçalar
Davud'dan sesler...
sessizlik ve bitmeyen es'ler...
güzel sessli olan sussa da güzeldir...
sessizlikte bir sestir ne de olsa
kalk haydi yatsıdan geç bir vakit, seni avutan hangi eldir?
kevaşe merhamet diler...
son ayin, son çan, son zikir ...
yeniden varoluş içindir
kalbi parçalanmış tesbih taneleri...
uğultu ortası ilmekten fikir
sorular ve işaretler
golgota
es...
neva perde son heves.

29 Ocak 2010 Cuma

yağmur ve ...


 Bana öğreten babama, Ebu Turab'a , sıcaklığı ve yalanı gösteren anneme, İmam Süccad'a, Dr.Ali Şeriati'ye, Cemil Meriç'e, Şehram Nazeri'ye, Gothe'ye, J.P.Sartre'a, Jeff Buckley'e, Sabahat Akkiraz'a, İbn-i Haldun'a, Kazancı Bedih'e, Sadık Hidayet'e, İhsan Oktay Anar'a, Fizuli'ye, Nabi'ye, Jostein Gaarder'e, okuma-yazması olmayan Fikriye Yengeme...
ve diğerlerine...


Herşey ne kadar da uyuyor ardı sıra....yağmur ve.... "ve" den sonra ne yazsanız gidecek gibi?!... gece geç saatlere kadar oturmaya ve bilinmeyeni beklemeye inat ile devam ediyorum. Umutlarım, korkularım, heyecanlarım... hepsi beraber... iç içe...Büyük haberler değil aslında beklediklerim. Zavallı bir ruhun içinde bulunduğu bedenin yarınına ilişkin kaygıları....Olabildiğine dünyaya ait...Yani yağmura değil, yağmurun indiği toprağa ait...Bu neccaset dolu dünyadan olabildiğine ....hayır o cümleleri kuramıyorum. Özür dilerim ....

Nerden başlamalı bana kimler neler öğretti ise....

Üremelisin dedi..İnat ve istekle...Mutluluk ile bunu benden istedi...Soyu kesilmiş olan mıyım? İçim nasıl da korkuyor? Oysa rüyam....zem zem suyu...

Direniyorum, kendime kendimle kendimce....Hiç bir şarkı göklere çıkartmıyor anne!...suskunlukta karar kılmış ve kendi kastını , kendi rolünü kabullenmişim artık bu hayatta...çilehane ne tarafta?

Yağmur ve...

28 Ocak 2010 Perşembe

ithaf



"Çok seveceksin ey oğul...
Çok öleceksin ey oğul...
Yeryüzünün bütün kadınlarına aşık olacaksın..
Yenilen krallar gibi geri döneceksin..
 Nizar KABBANİ"
 
Sevmekten yılmamış, yenilmekten bıkmamış...
Çok sevmiş ve çok ölmüş bütün ruhlara ithaf edilir...

23 Ocak 2010 Cumartesi

Fincanı Okuyan Kadın


Oturdu.. Umutlanarak ters çevrilmiş fincanımdan
gözlerinde korku belirdi ansızın
Dedi:
Ey oğul…hüzünlenme
Bu aşk sana yazılmış
Ey oğul
Ölene kadar tanıklar…
Aşka tapmaktan kim ölmüş
Fincanında…dünyanın korkusu dolu
Hayatın yolculuk ve savaşlarla...
Çok seveceksin ey oğul...
Çok öleceksin ey oğul...
Yeryüzünün bütün kadınlarına aşık olacaksın..
Yenilen krallar gibi geri döneceksin..
 
Nizar KABBANİ

22 Ocak 2010 Cuma

kaç kişilik koltuklara oturur acı ?



"Beklemek ateşten daha şiddetli bir azaptır." der bir arap atasözü...bu var aklımda...acı hakkında bir söz gelmiyor aklıma...Allah 'ım suya yabancılaşıyorum. Sezen Aksu parçaları daha cazip geliyor...

Bugün İstanbul, yağmurlu ve soğuk. Kar bekliyor insanlar evlerinin pencerelerinin gerisinden...Ben dışarı attım kendimi. Soğuktu evet üşüdüm de...Islandım da...Kıpkırmızı oldu yine suratım. İlk önüme gelen otobüse attım kendimi...Gittim kalbimin beni götürdüğü yere....Durdum boğazın kenarında, su en kadar da çoşkun. Tahammül edemedim! Kaçtım....Bir taksi durdu önümde...
-Nereye abi?
-Kabristan...
-Ora neresi?
-Hani kabir...Kabristan işte
-Hı mezarlık...

....

Bu soğukta, bu yapmurda kimsecikler yok... Boğazı gören mermerler...Ah ne kadar da beyazlar!

"Mezar dolu topraktan göğe yükselen vücut
Mermerde donakalmış bir isyandı Allah'a
Ey ölmemek uğrunda sen, yaşamayı unut!
Bu taşın beyazı en yakın renktir siyaha...
                                                B.Ecevit"

Yürüdüm aralarından geçtim...Üzerlerine basmadan, bassam da inciltmeden...Dünya'daki en büyük gerçekliğin yanından geçiyordum. Ve şehir tenhaya atmıştı onları. Ölüler ve diriler iç içeydi oysa...Biz korkmayalım diye saklanırlardı mezar taşlarının ardına ölüler. Yahut ölü sandığımız diriler...Ben ölü onlar ise diri idi. Ben kör onlar görmüştü ne de olsa...

Durdum. Eğdim başımı. Açtım ellerimi korkak ve titrekçe. Titreyen bir besmele...Aminler...Sessizlik...Yağmur sesi...Islanan beden...Islanan ve bana hazırlanan toprak...
Korkuyorum baba...Ölmekten daha çok sana layık olamamaktan. Ve acı tek kişilik...Zaman tekerleği geri döner mi? Bir şans daha?... Alıp kucağına okşar mısın beni tekrar? Yalancı aşklarımdan çektiğim acıları bir kenara bıraksam...Hani ufacıkken ben daha ....Sen yine kocamandın. Ben ise suskun, üşüyen çocuktum hep. "Canım benim...." demiştin. Ben yine utanmıştım. Susmuştum. Konuşamıyordum. Hala pişmanım konuşamadığıma. Oysa şimdi susmuyorum. Ne kadar konuşsam da ....Yeterli değil kelimelerim zamansız ve anlamsız. Gölgen nerede baba?...Aminler...Sessizlik ve yağmur...

Üşümüşüm...Titrerken bir kaç damla göz yaşı...Umursamazca etraftaki sessizliği. Eski günleri yad ettim dualarda...Acı sahi tek kişilik mi? Ben sabun köpüğü müyüm? Kalbimi söksem mi yerinden?

Sorular...Aminler....Dualar...Yağmur...Soğuk...İstanbul...Boğaz...Ağrı...Acı...Aminler...Secde...Susuş...Islanmamış  bir taşa saygı ile ufak bir buse!...Biliyorsun ve görüyorsun...Utanıyorum işte...Geldim ama kimseler yokken. (Yahut ben öyle farz ederken)...Ben sussam da sen anlarsın değil mi? Aşık oldum ya ben....İhanet mi ettiğim? Yanlış mı doğru mu? Bi karar olan ben....Ah ne kadar da çekilmez bir ben....Gölgen baba? Hani kışın bizi ısıtan, yazın serin tutan? Bu şehir ne kadar boşalıyor ve şişmanlıyor. Sıkıldım. Utanıyorum!

Kim anlar ki? Aklıma sahip değilim. Delirmemek için sana bakamıyorum. Bakmıyorum daha doğrusu. Aklım kafesten uçacak oluyor. Ben ise ağlıyorum. Aminler. Ağrılar...Acılar...Tebessüm...Yazamıyorum. Soğuk...yağmur....hissizlik parmaklarımda....

21 Ocak 2010 Perşembe

medeni hali: aşık


Polifonik melodilere karışır
Duyarım seni geç gelen telefonlardan
Aradığım kişiler
Aradığım kişi
Aradığım ki
Aradığım
Aradı
Ara
A….

Düşüp atan aşkımı hatlardan
Sarkar komşu kızı camlardan
Ve geçer nişansal taşların ortasından
Bu serencam

Nüfus memuru Tacettin efendi’ye ricam…
Bir arzuhal, bir name, bir pusula mı yazmalı?
Yoksa ?!
Kafa kağıdımın arkası sol üst köşe
Kazınmalı
Bekareti kaybetmiş kalbimin resmi
Soğuk bir mühür rica edeceğim
Kayda geçirmek için sevgimin cismi
Medeni hali:
Âşık



20 Ocak 2010 Çarşamba

ayrılığın hikayesi



"ey gönülden yoksun seher kuşu
ayrılığın hikayesini
kısa kes...
kısa kes... "



zira rıhtım teknesini bekler
adem havvasını
cenin düşeceği rahme tutkundur
bülbül gülden suskundur
meğer ki varmış
meğer ki sarmış
ermiş
bilmiş
görmüş
koklamış
olsun...



12 Ocak 2010 Salı

mini mini bir kuş


hep mini mini bir kuş var olmuştur
kar yağması gerekmese de pencerelerinde kalbimizin
ne pır pır etmiştir ne de havalanmış
aldanmacaları mıdır gözlerimizin?
hiç alınmamıştır içeriye kalbimizden
kuru gözleri sahi sulanmış?
belki bir varsayım tiyatral bir ağlayış...
eller hep boştur
eller kibar
eller nazik
eller tenha
eller...
ötekiler yani...
minik kuşlar hiç konmamış
aşiyan boş
hiç bir serçe var/say ki...donmamış
var ki...yok olmuş...
bir varmış da iki hiç bir olamamış...
....

ıslak eller, kollar, yüz  ve ayaklar
inşirahı aradı tekrar öğlen ile sabah arasında
minik bir kuş gelir konar penceresine...
bekledi...
bekledi...
bekledi...
öldü ve tekrar dirildi...
kalkıp yönelmek istedi...
göğsü genişlesin diye
ve kalbi rahat çalışsın diye
uyumak istedi olmadı
sonra ateşe attı kalbini alışsın diye
...çok acıdı...
sadr'ında ferahlık arardı öteden beri...
odasına kilitledi kendini
henüz delirmedi
...

10 Ocak 2010 Pazar

zikir, requiem ve golgota


Canan gereksen
Vuslat dilersen
Çal tatlı nefsen
Seyf-i Celali

Aşık Yunus


Öfken seni yenmiş. Kalın duvarlar örmüşsün etrafındakilere, ve o sonu gözükmeyen burçlardan -asla fil dişi kuleler değil onlar- küçümseyici nazarlar fırlatmışsın...Takılıp kalmış tevazu kalkanlarına , merhamet ordularınn...

Ve kuşatılan her direniş gibi, merhametten habersiz.... Kibir doludur yüksek surlar gerisindeki her savunma. Korkaktır. Düşmanı ile karşılaşmaktan...Merhamete çarpınca çözülür ben'lik ...

...amin için son kupleyi bekledi derviş
"de ki kimdir o merhamet ile bekleyen?"
mozart'tan sesler yükseldi ardı sıra
kafamın içinde uğultular, hiç susmayı bilmeyen!
dualar ve aminler...
zikir
requiem
ve golgota...
teşekkürler..."





5 Ocak 2010 Salı

unutmam lazım...kaçmam lazım



suçum bilmediklerimi merak etmek ...
sünger gibi emmek öğrendiklerimi......

şimdi ki aklım olsa...
odama bir kütüphane değil bir gardrop alırdım
içini kitaplar değil... adını bir türlü öğrenemediğim, öğrensem de dilimin dönmediği markaların en son (ve o hiç bitmeyen en leri) model kıyafetleri ile doldururdum...sahafların tozlu raflarında kaybettiğim vakti, barlarda geçirirdim. içki ve sigara kullanmamak üzere söz de vermezdim...
müzik zevkim için plakların, değişik dünya tınılarının peşinden koşmak yerine; gündelik mevsimlik -kullan/at- pop parçaları ile yetinirdim... ana haber bültenlerindeki duygusal masturbasyon için show-business olarak çıkartılan hasta, kimsesiz, fakir rollerindeki insanlara ağlardım... gülmek için ise alel ade bel altından savrulmuş kelimeler benim için yeterli olurdu....
en yakın arkadaşımı "naber lan şefersiz, onun bunun çocuğu" diyerek yavşakça sırıtarak çağırdıktan sonra - ele ense göte parmak - muhabbetler ile geçiştirirdim günümü...
gecelik zevkler yaşadığım insanlara kullan at kağıt mendil muamelesi yapar; kimsenin dertlerini dinlemek için vakit ayırmazdım....
her gün babamın karşısına dikilir ondan harçlık isterdim...yahut biraz zengin orta yaşlı birini bulup; onun sırtından geçinmeyi denerdim...
kulaklarımı dünyaya tıkar, posta gazetesini her sabah  tuvalette  okur ve orada öğrendiğim 3-5 cümle ile orada burada harikalar yaratan biri olurdum...
haberdar olmamanın, bilmemenin, görmemenin...keyfini çıkartırdım...yaşım 40 lara geldi mi bir de sevgili (ki bu sevgili hayatında baba rolü silikleşmiş yahut hiç olmamış aslında sevgiliden çok bir baba arayan biri olurdu ; onun bu yönünü sömürürdüm) edinir -ki büyük ihtimal yaşça benden küçük biri olur- onun ile gençleşir, günah çıakrtırdım...bu esnada tatmin ettiğim cinsel hazlarımın sınırı da olmazdı haliyle...
ve bütün bunları yapınca kitlenin içinde gayet mutlu yaşayan biri olurdum...

ya en olmadı...az biraz ineklik edip bir bilimsel disiplin öğrenirmiş gibi yapıp..bir lisans /bir yükek lisans diploamsı bulup buluşturup ; sırf o bildiğim konuda herkesin resmen kafasını s*kerdim... o konu da tek otorite olduğuma kendimi de inandırırdım... sürekli insanlar benim kıymetimi bilemiyor...ah bir öğrense atomu ikiye bölüyorum oysa...havlarında olurdum. egosal tatminlerim ile beyinsel orgazmlar yaşardım... bu öğrendiğim bilgileri de onun bunun kafasına savurur, böylelikle başkalarını ezerdim...
"en iyisini ben bilirim" cümlesinin gerisinde o ön yargı duvarlarının gölgesinde rahat bir yaşam sürerdim...
bir konuda eksiği olan insanları kınar ; anlaşılmaz olarak konuşmayı marifet sayardım...
insanları anlamak gibi vakit kayıplarım olmazdı...ön yargılarım ve o -derin- hislerim bana herşeyi bir bir anlatırdı zaten...herkesin bakışından bile anlardım "ne mal" olduğunu..hali ile zihnimi meşgul etmezdim böyle gereksiz şeylerle...

....oysa ben bunların hiç birini yapmadım...

2 Ocak 2010 Cumartesi

eski günler olur ya...


özgürlüğü beklerken o seni kıskacına alır ve başını döndürür...

eski günler,
şimdi ise özgürlük! ne büyük tutsaklıktır oysa...
aşk? yaşamaktan daha iyi olan aşk? hep uzakta erişilmez olan...uyuşulmaz olan, kaçınılmaz olan aynı zaman da... acı, işkence... aşk iki ruhun intiharıdır.
bunları yazsam da...
eskilere cevaplar, yenilere temenniler...aminler ve dualar gibi...
pervane ile ateş
mevlana ile şems
...
ben ile kim?
kim ile ben?
adımı silip yanına ne yazacağım...her defasında kendime kızacağım...uslanacağım günü bekleyeceğim...hep eski günler gelecek aklıma...

uzattığım ellerimi teptiler ...
şimdi ben ellerden kaçıyorum...odama, yatağıma, masama, sandalyeme...
"ben de ki suzi dil var mıdır acep,
tutuşup can veren pervaneler de?"
ateş pervaneye koşar...pervane ondan kaçar...bu ise benim hikayemdir..dinleyene olabildiğine cüretkar...
yaşayana bir o kadar sıkıcı...

1 Ocak 2010 Cuma

bu da geçer (mi) ya hu?




bu da geçer ya hu!
kış günü hani pencerelerdeki buğu
kedi kuyruğu
mevlevihanenin önünde bulanmış kana
geçmiş onlarca yıl var, kana kandıra
derviş
bitiş
geçiş
üstünlük?
trafik cezaları kesilmiş
saatteki hızlarından dönen tekerleklere
giriş ve geçiş ücretli midir artık?
tark-i tarikattan
ve bilgi ne kadardır saatlik?
ehl-i hakikatten?
...
bu da geçer mi ya hu?
kalsın otursun yerinde
lakin neyzenlerden Tevfik'in ikrarı üzere
gamın karar eyleyemeyeceğini biliriz...
güler geçeriz
"with a simle on your face..."in geçtiği parçalar ile
ayin-i şerifin üçüncü selamını ezbere biliriz...
elem neşrahleke...
kalbim açılır mı ya hu?
bu da geçer mi?