30 Ocak 2010 Cumartesi

golgota

kimdir merhamet edecek olan ?
yolda kalmış olan ve yazdan ve kıştan emin olamayan ruha
sonu dörtten fazla elif miktarı uzamış bir fatiha
göz yaşlarını kim armağan edecektir?

sen temizlendiğin gün
yahut bittiğin gün yanmaktan
ya duracak dünya , duracak kalpte akrep ve yelkovan
yahut can bulacaksın tekrardan

ya var
yahut yok olmalı...
golgotalar
zılgıtlar
aminler
mezmurdan parçalar
Davud'dan sesler...
sessizlik ve bitmeyen es'ler...
güzel sessli olan sussa da güzeldir...
sessizlikte bir sestir ne de olsa
kalk haydi yatsıdan geç bir vakit, seni avutan hangi eldir?
kevaşe merhamet diler...
son ayin, son çan, son zikir ...
yeniden varoluş içindir
kalbi parçalanmış tesbih taneleri...
uğultu ortası ilmekten fikir
sorular ve işaretler
golgota
es...
neva perde son heves.

29 Ocak 2010 Cuma

yağmur ve ...


 Bana öğreten babama, Ebu Turab'a , sıcaklığı ve yalanı gösteren anneme, İmam Süccad'a, Dr.Ali Şeriati'ye, Cemil Meriç'e, Şehram Nazeri'ye, Gothe'ye, J.P.Sartre'a, Jeff Buckley'e, Sabahat Akkiraz'a, İbn-i Haldun'a, Kazancı Bedih'e, Sadık Hidayet'e, İhsan Oktay Anar'a, Fizuli'ye, Nabi'ye, Jostein Gaarder'e, okuma-yazması olmayan Fikriye Yengeme...
ve diğerlerine...


Herşey ne kadar da uyuyor ardı sıra....yağmur ve.... "ve" den sonra ne yazsanız gidecek gibi?!... gece geç saatlere kadar oturmaya ve bilinmeyeni beklemeye inat ile devam ediyorum. Umutlarım, korkularım, heyecanlarım... hepsi beraber... iç içe...Büyük haberler değil aslında beklediklerim. Zavallı bir ruhun içinde bulunduğu bedenin yarınına ilişkin kaygıları....Olabildiğine dünyaya ait...Yani yağmura değil, yağmurun indiği toprağa ait...Bu neccaset dolu dünyadan olabildiğine ....hayır o cümleleri kuramıyorum. Özür dilerim ....

Nerden başlamalı bana kimler neler öğretti ise....

Üremelisin dedi..İnat ve istekle...Mutluluk ile bunu benden istedi...Soyu kesilmiş olan mıyım? İçim nasıl da korkuyor? Oysa rüyam....zem zem suyu...

Direniyorum, kendime kendimle kendimce....Hiç bir şarkı göklere çıkartmıyor anne!...suskunlukta karar kılmış ve kendi kastını , kendi rolünü kabullenmişim artık bu hayatta...çilehane ne tarafta?

Yağmur ve...

28 Ocak 2010 Perşembe

ithaf



"Çok seveceksin ey oğul...
Çok öleceksin ey oğul...
Yeryüzünün bütün kadınlarına aşık olacaksın..
Yenilen krallar gibi geri döneceksin..
 Nizar KABBANİ"
 
Sevmekten yılmamış, yenilmekten bıkmamış...
Çok sevmiş ve çok ölmüş bütün ruhlara ithaf edilir...

23 Ocak 2010 Cumartesi

Fincanı Okuyan Kadın


Oturdu.. Umutlanarak ters çevrilmiş fincanımdan
gözlerinde korku belirdi ansızın
Dedi:
Ey oğul…hüzünlenme
Bu aşk sana yazılmış
Ey oğul
Ölene kadar tanıklar…
Aşka tapmaktan kim ölmüş
Fincanında…dünyanın korkusu dolu
Hayatın yolculuk ve savaşlarla...
Çok seveceksin ey oğul...
Çok öleceksin ey oğul...
Yeryüzünün bütün kadınlarına aşık olacaksın..
Yenilen krallar gibi geri döneceksin..
 
Nizar KABBANİ

22 Ocak 2010 Cuma

kaç kişilik koltuklara oturur acı ?



"Beklemek ateşten daha şiddetli bir azaptır." der bir arap atasözü...bu var aklımda...acı hakkında bir söz gelmiyor aklıma...Allah 'ım suya yabancılaşıyorum. Sezen Aksu parçaları daha cazip geliyor...

Bugün İstanbul, yağmurlu ve soğuk. Kar bekliyor insanlar evlerinin pencerelerinin gerisinden...Ben dışarı attım kendimi. Soğuktu evet üşüdüm de...Islandım da...Kıpkırmızı oldu yine suratım. İlk önüme gelen otobüse attım kendimi...Gittim kalbimin beni götürdüğü yere....Durdum boğazın kenarında, su en kadar da çoşkun. Tahammül edemedim! Kaçtım....Bir taksi durdu önümde...
-Nereye abi?
-Kabristan...
-Ora neresi?
-Hani kabir...Kabristan işte
-Hı mezarlık...

....

Bu soğukta, bu yapmurda kimsecikler yok... Boğazı gören mermerler...Ah ne kadar da beyazlar!

"Mezar dolu topraktan göğe yükselen vücut
Mermerde donakalmış bir isyandı Allah'a
Ey ölmemek uğrunda sen, yaşamayı unut!
Bu taşın beyazı en yakın renktir siyaha...
                                                B.Ecevit"

Yürüdüm aralarından geçtim...Üzerlerine basmadan, bassam da inciltmeden...Dünya'daki en büyük gerçekliğin yanından geçiyordum. Ve şehir tenhaya atmıştı onları. Ölüler ve diriler iç içeydi oysa...Biz korkmayalım diye saklanırlardı mezar taşlarının ardına ölüler. Yahut ölü sandığımız diriler...Ben ölü onlar ise diri idi. Ben kör onlar görmüştü ne de olsa...

Durdum. Eğdim başımı. Açtım ellerimi korkak ve titrekçe. Titreyen bir besmele...Aminler...Sessizlik...Yağmur sesi...Islanan beden...Islanan ve bana hazırlanan toprak...
Korkuyorum baba...Ölmekten daha çok sana layık olamamaktan. Ve acı tek kişilik...Zaman tekerleği geri döner mi? Bir şans daha?... Alıp kucağına okşar mısın beni tekrar? Yalancı aşklarımdan çektiğim acıları bir kenara bıraksam...Hani ufacıkken ben daha ....Sen yine kocamandın. Ben ise suskun, üşüyen çocuktum hep. "Canım benim...." demiştin. Ben yine utanmıştım. Susmuştum. Konuşamıyordum. Hala pişmanım konuşamadığıma. Oysa şimdi susmuyorum. Ne kadar konuşsam da ....Yeterli değil kelimelerim zamansız ve anlamsız. Gölgen nerede baba?...Aminler...Sessizlik ve yağmur...

Üşümüşüm...Titrerken bir kaç damla göz yaşı...Umursamazca etraftaki sessizliği. Eski günleri yad ettim dualarda...Acı sahi tek kişilik mi? Ben sabun köpüğü müyüm? Kalbimi söksem mi yerinden?

Sorular...Aminler....Dualar...Yağmur...Soğuk...İstanbul...Boğaz...Ağrı...Acı...Aminler...Secde...Susuş...Islanmamış  bir taşa saygı ile ufak bir buse!...Biliyorsun ve görüyorsun...Utanıyorum işte...Geldim ama kimseler yokken. (Yahut ben öyle farz ederken)...Ben sussam da sen anlarsın değil mi? Aşık oldum ya ben....İhanet mi ettiğim? Yanlış mı doğru mu? Bi karar olan ben....Ah ne kadar da çekilmez bir ben....Gölgen baba? Hani kışın bizi ısıtan, yazın serin tutan? Bu şehir ne kadar boşalıyor ve şişmanlıyor. Sıkıldım. Utanıyorum!

Kim anlar ki? Aklıma sahip değilim. Delirmemek için sana bakamıyorum. Bakmıyorum daha doğrusu. Aklım kafesten uçacak oluyor. Ben ise ağlıyorum. Aminler. Ağrılar...Acılar...Tebessüm...Yazamıyorum. Soğuk...yağmur....hissizlik parmaklarımda....

21 Ocak 2010 Perşembe

medeni hali: aşık


Polifonik melodilere karışır
Duyarım seni geç gelen telefonlardan
Aradığım kişiler
Aradığım kişi
Aradığım ki
Aradığım
Aradı
Ara
A….

Düşüp atan aşkımı hatlardan
Sarkar komşu kızı camlardan
Ve geçer nişansal taşların ortasından
Bu serencam

Nüfus memuru Tacettin efendi’ye ricam…
Bir arzuhal, bir name, bir pusula mı yazmalı?
Yoksa ?!
Kafa kağıdımın arkası sol üst köşe
Kazınmalı
Bekareti kaybetmiş kalbimin resmi
Soğuk bir mühür rica edeceğim
Kayda geçirmek için sevgimin cismi
Medeni hali:
Âşık



20 Ocak 2010 Çarşamba

ayrılığın hikayesi



"ey gönülden yoksun seher kuşu
ayrılığın hikayesini
kısa kes...
kısa kes... "



zira rıhtım teknesini bekler
adem havvasını
cenin düşeceği rahme tutkundur
bülbül gülden suskundur
meğer ki varmış
meğer ki sarmış
ermiş
bilmiş
görmüş
koklamış
olsun...



12 Ocak 2010 Salı

mini mini bir kuş


hep mini mini bir kuş var olmuştur
kar yağması gerekmese de pencerelerinde kalbimizin
ne pır pır etmiştir ne de havalanmış
aldanmacaları mıdır gözlerimizin?
hiç alınmamıştır içeriye kalbimizden
kuru gözleri sahi sulanmış?
belki bir varsayım tiyatral bir ağlayış...
eller hep boştur
eller kibar
eller nazik
eller tenha
eller...
ötekiler yani...
minik kuşlar hiç konmamış
aşiyan boş
hiç bir serçe var/say ki...donmamış
var ki...yok olmuş...
bir varmış da iki hiç bir olamamış...
....

ıslak eller, kollar, yüz  ve ayaklar
inşirahı aradı tekrar öğlen ile sabah arasında
minik bir kuş gelir konar penceresine...
bekledi...
bekledi...
bekledi...
öldü ve tekrar dirildi...
kalkıp yönelmek istedi...
göğsü genişlesin diye
ve kalbi rahat çalışsın diye
uyumak istedi olmadı
sonra ateşe attı kalbini alışsın diye
...çok acıdı...
sadr'ında ferahlık arardı öteden beri...
odasına kilitledi kendini
henüz delirmedi
...

10 Ocak 2010 Pazar

zikir, requiem ve golgota


Canan gereksen
Vuslat dilersen
Çal tatlı nefsen
Seyf-i Celali

Aşık Yunus


Öfken seni yenmiş. Kalın duvarlar örmüşsün etrafındakilere, ve o sonu gözükmeyen burçlardan -asla fil dişi kuleler değil onlar- küçümseyici nazarlar fırlatmışsın...Takılıp kalmış tevazu kalkanlarına , merhamet ordularınn...

Ve kuşatılan her direniş gibi, merhametten habersiz.... Kibir doludur yüksek surlar gerisindeki her savunma. Korkaktır. Düşmanı ile karşılaşmaktan...Merhamete çarpınca çözülür ben'lik ...

...amin için son kupleyi bekledi derviş
"de ki kimdir o merhamet ile bekleyen?"
mozart'tan sesler yükseldi ardı sıra
kafamın içinde uğultular, hiç susmayı bilmeyen!
dualar ve aminler...
zikir
requiem
ve golgota...
teşekkürler..."





5 Ocak 2010 Salı

unutmam lazım...kaçmam lazım



suçum bilmediklerimi merak etmek ...
sünger gibi emmek öğrendiklerimi......

şimdi ki aklım olsa...
odama bir kütüphane değil bir gardrop alırdım
içini kitaplar değil... adını bir türlü öğrenemediğim, öğrensem de dilimin dönmediği markaların en son (ve o hiç bitmeyen en leri) model kıyafetleri ile doldururdum...sahafların tozlu raflarında kaybettiğim vakti, barlarda geçirirdim. içki ve sigara kullanmamak üzere söz de vermezdim...
müzik zevkim için plakların, değişik dünya tınılarının peşinden koşmak yerine; gündelik mevsimlik -kullan/at- pop parçaları ile yetinirdim... ana haber bültenlerindeki duygusal masturbasyon için show-business olarak çıkartılan hasta, kimsesiz, fakir rollerindeki insanlara ağlardım... gülmek için ise alel ade bel altından savrulmuş kelimeler benim için yeterli olurdu....
en yakın arkadaşımı "naber lan şefersiz, onun bunun çocuğu" diyerek yavşakça sırıtarak çağırdıktan sonra - ele ense göte parmak - muhabbetler ile geçiştirirdim günümü...
gecelik zevkler yaşadığım insanlara kullan at kağıt mendil muamelesi yapar; kimsenin dertlerini dinlemek için vakit ayırmazdım....
her gün babamın karşısına dikilir ondan harçlık isterdim...yahut biraz zengin orta yaşlı birini bulup; onun sırtından geçinmeyi denerdim...
kulaklarımı dünyaya tıkar, posta gazetesini her sabah  tuvalette  okur ve orada öğrendiğim 3-5 cümle ile orada burada harikalar yaratan biri olurdum...
haberdar olmamanın, bilmemenin, görmemenin...keyfini çıkartırdım...yaşım 40 lara geldi mi bir de sevgili (ki bu sevgili hayatında baba rolü silikleşmiş yahut hiç olmamış aslında sevgiliden çok bir baba arayan biri olurdu ; onun bu yönünü sömürürdüm) edinir -ki büyük ihtimal yaşça benden küçük biri olur- onun ile gençleşir, günah çıakrtırdım...bu esnada tatmin ettiğim cinsel hazlarımın sınırı da olmazdı haliyle...
ve bütün bunları yapınca kitlenin içinde gayet mutlu yaşayan biri olurdum...

ya en olmadı...az biraz ineklik edip bir bilimsel disiplin öğrenirmiş gibi yapıp..bir lisans /bir yükek lisans diploamsı bulup buluşturup ; sırf o bildiğim konuda herkesin resmen kafasını s*kerdim... o konu da tek otorite olduğuma kendimi de inandırırdım... sürekli insanlar benim kıymetimi bilemiyor...ah bir öğrense atomu ikiye bölüyorum oysa...havlarında olurdum. egosal tatminlerim ile beyinsel orgazmlar yaşardım... bu öğrendiğim bilgileri de onun bunun kafasına savurur, böylelikle başkalarını ezerdim...
"en iyisini ben bilirim" cümlesinin gerisinde o ön yargı duvarlarının gölgesinde rahat bir yaşam sürerdim...
bir konuda eksiği olan insanları kınar ; anlaşılmaz olarak konuşmayı marifet sayardım...
insanları anlamak gibi vakit kayıplarım olmazdı...ön yargılarım ve o -derin- hislerim bana herşeyi bir bir anlatırdı zaten...herkesin bakışından bile anlardım "ne mal" olduğunu..hali ile zihnimi meşgul etmezdim böyle gereksiz şeylerle...

....oysa ben bunların hiç birini yapmadım...

2 Ocak 2010 Cumartesi

eski günler olur ya...


özgürlüğü beklerken o seni kıskacına alır ve başını döndürür...

eski günler,
şimdi ise özgürlük! ne büyük tutsaklıktır oysa...
aşk? yaşamaktan daha iyi olan aşk? hep uzakta erişilmez olan...uyuşulmaz olan, kaçınılmaz olan aynı zaman da... acı, işkence... aşk iki ruhun intiharıdır.
bunları yazsam da...
eskilere cevaplar, yenilere temenniler...aminler ve dualar gibi...
pervane ile ateş
mevlana ile şems
...
ben ile kim?
kim ile ben?
adımı silip yanına ne yazacağım...her defasında kendime kızacağım...uslanacağım günü bekleyeceğim...hep eski günler gelecek aklıma...

uzattığım ellerimi teptiler ...
şimdi ben ellerden kaçıyorum...odama, yatağıma, masama, sandalyeme...
"ben de ki suzi dil var mıdır acep,
tutuşup can veren pervaneler de?"
ateş pervaneye koşar...pervane ondan kaçar...bu ise benim hikayemdir..dinleyene olabildiğine cüretkar...
yaşayana bir o kadar sıkıcı...

1 Ocak 2010 Cuma

bu da geçer (mi) ya hu?




bu da geçer ya hu!
kış günü hani pencerelerdeki buğu
kedi kuyruğu
mevlevihanenin önünde bulanmış kana
geçmiş onlarca yıl var, kana kandıra
derviş
bitiş
geçiş
üstünlük?
trafik cezaları kesilmiş
saatteki hızlarından dönen tekerleklere
giriş ve geçiş ücretli midir artık?
tark-i tarikattan
ve bilgi ne kadardır saatlik?
ehl-i hakikatten?
...
bu da geçer mi ya hu?
kalsın otursun yerinde
lakin neyzenlerden Tevfik'in ikrarı üzere
gamın karar eyleyemeyeceğini biliriz...
güler geçeriz
"with a simle on your face..."in geçtiği parçalar ile
ayin-i şerifin üçüncü selamını ezbere biliriz...
elem neşrahleke...
kalbim açılır mı ya hu?
bu da geçer mi?