30 Ekim 2008 Perşembe

some voices, that makes me feel deep something -i do not know- by antony and the johnsons


I find you with red tears in your eyes
I ask you what is your name, you offer no reply
Should I call a doctor before I fear you might be dead?
But I just lay down beside you and held your hand

I fell in love with you
Now you're my one, only you
'Cause all my life I've been so blue
but in that moment you fulfilled me

Now I'll tell all my friends, I fell in love with a dead boy
Now I'll tell my family, I wish you could have met him
Now I write letters to Australia
Now I throw bottles out to seal

I whisper the secret in the ground
No one is gonna take you away from me

I fell in love with a dead boy, oh, such a beautiful boy
I fell in love with a dead boy, oh, such a beautiful boy

Oh, such a beautiful boy
I ask him are you a boy or a girl?
Are you a boy or are you a girl?

No, you're boy or are you a girl?
Are you a boy or are you a girl?


blogspot açılıp kapanırken

aç kapa...olmadı bir daha açıp bir daha kapayalım!... hatta önerim yaratıcı kaos teoremi ile haraket edelim herşeyi sıfırlasak daha iyi olmaz mı?

şimdi gaza gelip bir araba dolusu laf ederdim ama...baktım konuşmak pek birşeyi değiştirmiyor/değiştiremiyor....

bir de olayın neresini tutsam elimde kalıyor...
işi şakaya gır gıra vurmak...olmadı salak taklidi yapmak belkide en iyisi...

aç kapıyı bezirgan başı.... oyununu 23 yaşımda bana tekrar oynattığı için bu senaryoda emeği geçen herkese şükranlarımı iletirim. bu aç/kapa beni kesmedi... bence bir daha kapatılsın...

23 Ekim 2008 Perşembe

euroS



Kaynak: http://www.banknotes.com

Bu siteye girdiğinizde dünaydaki bütün bankonotların resimlerini ülke ülke görmeniz mümkün. Ben hayli göze çarpısı olan bu hayali euro'lara denk geldim. Bir tek ben mi denk geldim, yoksa "arayan bulur" mantığı ile onalr mı beni kendine çekti bilemiyorum. Ben şahsen 600'lük bankonotu çok beğendim-tamamen duygusal (!) - nedenlerden ötürü.

21 Ekim 2008 Salı

namus nerede?

ahlak...kimin ahlakı?... ne zaman gay'lerin hakları konuşulmaya başlansa belli başlı kör düğüm noktalarından biri de bu oluyor. genellikle arkadaşları ile seksi de paylaşan, her an sekse hazır (!), sürekli cinsel dürtüler ile hareket halindeki kişilerden bahsediyoruz sanıyor bir çok kişi.... yahut da daima anal ilişki içinde ki erkekler... evvelden de söylediğim gibi..homo-seksüelite (erkekler için en azından) sadece anal ilişkiye girmek ise; hetero-seksüel olmak sadece vajinal seks yapmak anlamına gelmeli...

İKİ BACAK ARASINA DAYALI KOCAMAN BİR DÜNYA GÖRÜŞÜ...

kimsenin ahlaki savunuculuğunu yapmayacağım...bazı anılarımı paylaşacağım...sıradan bir öğrencinin yaşamış olabileceği...(Konu da cinsellik kokunca blog da reyting alsın diye bol keseden tecavüzler, istismarlar...anlatmayacağım merak etmeyin. bu arayış içindeki arkadaşlar -alt F4- tuşlarına basabilirler.)


ilkokulda 1. sınıfta iken bir şarkı söylüyorduk öğretmenimiz eşliğinde...
"kara basma iz olur...
gündüz gelme gece gel...
eller duyar söz olur...
...
oy ninnayı ninnayı ..gel oynayı oynayı..."

bu böyle devam eden bir parçaydı. gündüz gelmeyip gece gelmesi gereken kimdi? niçin elalem duyunca söz olacak ve bu kişi (yahut kişiler) bundan çekiniyorlardı?...bu sorulara cevap bulmam en azından benim gibi hayli "saf" bir öğrenci için ilkokul 4/5. sınıfı bulur. EVET NE DİYORDUK? EĞİTİM DE AHLAK...

sonra lise de din ve biyoloji dersleri ard arda idi...hiç untmuyorum gayet tutucu bir din hocamız ile gayet sakin..sinir hücreleri alınmış bir biyoloji hocamız vardı.

ilk ders din hocası (hatta benim pek tasvip etmediğim bir tanımdır dinci:))

-bunlar şer*fsiz...bunlar namus*uz....neymiş efendim ana olmak istemiyorlarmış...ana olmayıp da ..... ne mi olucan?.... neymiş namus sizin beyninizdeymiş ...hadi ordan...bunlar memleketi... der giderdi.

ertesi ders gelen biyoloji hocamız

-çocuklar... hayatı yaşayın. namus sizin beyninizde. cinsel ilişkileriniz de korunun...

diye devam ederdi..
henüz 16-17 yaşlarındaki çocuklar olarak ikilemlerimizi siz düşünün.

neyse şimdi büyümüş "koca adam" olmuş olmak "cinsel olgunluğa" erişmiş olmanın bir nişanesi değil. bir çok otuzlu yaşlarında gay tanıdım... genç de gösteriyorlardı... bir sorun vardı. onları beğenmiş olmanızı onlarla yatmanız gerektiği şeklinde anlamaya devam ediyorlardı inatla...ve iki gayin bir arada yapabileceği tek şeyin seks olduğunu düşünüyorlardı...

20 Ekim 2008 Pazartesi

bir akşam...

sahildeki o işlek cafe'de buluştuk... gözlerinin içi gülüyordu. çekingenlik biraz heyecan, sanki evvelden birbirini tanıyormuş hissi... hani dedim, yüklü bir meblâ piyango bileti isabet etmiş olan insandaki o bileti kaybetme korkusu... öyle birşeyler işte. hava itiraf etmek gerekirse soğuktu da. üşüdük ikimiz de fakat söylemedik birbrimize, pek farkında da değildik... kıyıya çekilmiş bir eski teknenin dibinde durduk... denizde taş sektirmece oynadık. ben daha çok düz ve yassı taşlar seçiyordum, o ise denize paralel taşlar fırlatıyordu. bir taş verirken elim elime değdi, bir an duraksadık... çocukça gülüşlerine ve mızmızlanmalarına devam ediyordu. yakışıyordu da... belkide o an en çok ona yakışıyordu...- hayır hala da yakışıyor.

hava soğuktu evet...pek kimseciklerde yoktu sahilde. sonbaharın tam ortasıydık ve hava güzel olsun diye dualar ediyorduk sonraki günler için... ve Yaratıcı'ya şükranlar sunmuştuk birbirimizi bize buldurduğu için... garip aynı anda hissetmiştik de...

akıp geçiyordu zaman, polisler hala etrafta dolanıyorlardı. bir ara bize de yaklaşacak oldular...sanırsam vaz geçtiler...sonra bir çocuk yaklaştı ... rica ve mahcubiyet içinde "ateşiniz var mı?" diye sordu...o bile aramıza girdiğinden mahcubtu belki de... sonra küfürler ettik birlikte, kırmızı ışıkta vın vın geçen arabalara ve motorbisikletlere... hava soğuktu ya ... elleri daha da soğuktu aslında... "benim kalbim çarpıyor biliyor musun?" dedi... "benim ki durmadı ya..." dedim tebessüm ettik...

(Not: yukarıdaki olay, kişi ve kişiler tamamen hayal mahsulü olup yazarın zihnindeki kurgulardan ibarettir.)

17 Ekim 2008 Cuma

var/yok

pek birşey yapmak hala istemiyorum... bulutların ve yıldızların arkasında gökyüzündeki cenneti resitaller dinliyerek bekliyorum artık... çocuk kahkahaları ne kadar da temiz değil mi? büyüyünce hepsi kirlenmek zorunda mı? aksakallı dedeler artık günah işleyemedikleri için mi "aksakallılar". günahları da sakal ve saçlarının akıp giden karası gibi akıp gidecek mi? tekrar bebek olur mu insan? 100 yaşında tekrar dişler mi çıkmaya başlar yoksa incelen dş etleri ve baş veren çene kemikleri midir?...

yaşlı mı gösteriyorum? yoksa yaşlı taklidi yapmak hoşuma mı gidiyor?...neden dalıp gittim bugun sahilde dururken kayalar, çimenler ve bira şişesi kırıkları arasında... ve kuru bir incir ağacı altında... nasılda gözümü aldı karşı adanın ışıkları... ada...ada...ada...

ada dedikçe aklıma geçmişken bir kaç değil, epey bir sahne geldi... betondan bir iskele...üstünde bir bank vardı mavi renkte...şimdi yok. o da yok. ben de yok. YOK

ne kadar kötü bir şey YOK hükmü vermek. hem de tek celsede. insanlar birbrileri için veriyorlar bu hükmü...

Yok hükmü haklarında verilmiş bir sürü insan var oysaki şu ülkede... eşcinseller, kürtler, başörtülüler, koministler... hepsi ÖTEKi.

YOK'lar...en azından görünmemeliler. ayıp/günah/yasak/suç...hemen pat pat tanımları yiyorlar...

hayat var ile yok'un arasındaki gidiş gelişler ile ...devam ediyor....ontoloji (varlık felsefesi) serencamına devam ediyor...

16 Ekim 2008 Perşembe

şiddet


haber sitelerinden birinde okudum ;
"bir dizinin incelenen 55 bölümünde, 411 cinayet, 152 yaralama, 137 saldırı, 147 dayak, 155 tokat, 175 kavga, 110 işkence, 3 tecavüz, 191 taciz, 145 silahlı çatışmanın meydana geldiğini bildirdi."

bunları izleyen insanların ruh dünyalarında nasıl bir izlenim bıraktı bütün bunlar ve hala bırakmaya devam ediyor... bu ülke de hala 17 yaşındaki çocuklar cinayet işleyebiliyor ve ardından birilerince "kahraman" olarak nitelenebiliyorlarsa... işkence altında insanlar hala can verebiliyorlarsa...en ucuz olan şey insan hayatı ise.... "insanlar ölmesin" dendiğinde bunun altında hala bir şeyler aranıyorsa...

çok şey yazmak isterdim de...sadece sormak istiyorum şimdilik... nereye gidiyoruz?

15 Ekim 2008 Çarşamba

post-modern köleler...

eskidendi...kara derili insanlar başkaları tarafından köle diye toplanır, alınır, satılırmış... kölelik kalkalı kaç yıl oldu bilmiyorum tam olarak... aslında yeni bir kölelik başladı.

insanlar artık kendi bedenlerini, zihinlerini, düşüncelerini, duygularını...özetle HERŞEYLERİNİ satıyorlar. nasıl olsa herşeyin maddi bir tutarı mevcut. herşey sigorta edilebiliyor HAYAT bile!

gay-date sitelerinde dolaşırken dikkatimi çekiyor...bir çok insan kendilerini tanıtmaktan ziyade kendilerine ait HERşeyi...özetle kendilerini pazarlamanın derdindeler...

benlikleri içinde eritmeleri gerekirken kendi meziyetlerini...gözlerine sokuyorlar insanların...malumat füruşluk, bilgi enflasyonu, insan bedeninin istismarı, dramatoloji...
ya vücutlarını, ya bilgilerini, ya birikimlerini...bir şekilde satmanın çabası içinde boğulup duruyor bir grup insan.

bir süreden sonra sözler, kelimeler, küfürler bile birbirlerine o kadar benziyor ki... Türkçe bilmeyen biri bile 5-6 diyalog ezberliyerek pek âlâ bir çok kişi ile tanışıp bir çok şey(!) yaşayabilir.

sanki her güzel olanın bize ait olması/ ya bizde yahut bizim sahip olduğumuz kişi de olması şartmış gibi bir tutum var... kaybetmeyi ise hiç yakıştıramıyoruz kendimize... bir biri ardından konuşan , yalan söyleyen insanlar ile... hasbel kader karşılaştığınızda gözlerinizin içine bakamadıklarını fark edersiniz.

ne olursan ol...fark etmez. FARKLI ol. olamazsan bile öyle görün....
ABARTI tek hedef...bu yolda herşey mübah ne de olsa(!)

her tanıştığınız yakışıklıyı yatağa atmak.... sahip olmak... ego tatmininden başka nedir? kağıt mendil muamelesi yapmak/görmek...tek kullanımlık hayatlar ve insanlar. resm-i geçitlerine devam ederken hayat da durmuyor ya...

elde var birlerimiz bir bakmışız ki komşuya gitmiş....
hani ilk okulda vardı ya....
4'ten 5 çıkmaz...
komşuya gittik bir onluk/yüzlük/binlik...aldık.
ve yahut...
9 artı 4 eşittir 13... 9 yazdık...elde var 1...

oysa...öğretmenim. o ellerdeki birler pır pır ederken canlanacak ve ellerimiz bak bomboş kalacak...

12 Ekim 2008 Pazar

ben'liklerimizi parçalasın diye âşk var...

kendimizi / bir başkasını melek veya şeytan diye tanımlamaktansa "insan" olduğumuzu...ola geldiğimizi unutmasak?

çok güçlü olduklarını söyleyen , ego'dan duvarların, surların arkasında yaşayan insanlar tanıdım. yüksek duvarlardan fil dişi kulelerden konuşuyorlar/ bakıyorlardı. tâ ki...AŞIK olana dek...
ve bir de reddedildiler ise...çılgına dönüyorlar , kendi kendilerini kemiriyorlardı resmen...

kaybederken her insan birbirine benziyordu hakikaten...

oysa o çok kocaman, çok derin, çok bir şeydi...

red edilmez...ama reddederdi...insanlar ...çevresindekiler hep "elde var bir"diler onun için. bir telefon ile gelip 30 dk içinde egosunu ve şehvetini tatmin edebilirlerdi...yalnız....

aşık olunca... nasıl olurda erişemezdi? nasıl olurda "hayır"ı duyabilirdi...

sersemler, sarsılır, tanımadığı bir kelime ile karşılaşmıştır... sözlüklerde arayıp bulup anlaması lazım...

ben'liklerimizi parçalasın diye âşk var...

hani...

"Buhrandan çıkmak mı ; yahut içinde sabır-sebât etmek mi iyi?" diye düşünüyordum. aseksüelite gittikçe cazip hale geliyordu öteyandan da... sonra insanca çürümüşlük ve kokuşmuşluk... en çok kirletilen ve ırzına geçilmiş olan sevgi sözcüklerini bir daha duymamayı düşünüyordum...

özetle, biraz derinde birşeyler konuşabilmek ümidi vardı içimde...

bir araya geldiğimizde ne kadar da mutlu oluyorduk, hani üzülsek bile beraberce üzülmek bile güzelDİ... güzel sıfatını fiil yapmak iyi de; buna geçmiş zamanın -di ekini getrimekte hayli sıkıntı çektim.

onlarca insan yalnızlıktan dem vururken, orta mektep son sınıftan kalma bir tartışmanın ortasında bol bol birbirini inciltmek ne işe yarardı? göğüs kafesim bir nebze rahatlamıştı ki... sağolsun dostlar hatırlattılar... bu dünya rahat edilecek yer değildi...yatanlar hep toprağın altında idi...ölüleri diriltecek kadar boş konuşma işittim...kulaklarım dayanır da kalbim dayanmadı.

10 Ekim 2008 Cuma

kendi kendine teşhis...

yaklaşık 45 gün olacak...evden 5 km den fazla uzaklaşmadım. üstüm başım yine ilaç kokuyor, karaciğer ve mide hayli zorlanıyor. kramplar ara ara baş ağrıları ile yoklamak da... ekseriye güneş doğarken yatıyorum, uyandığımda güneşin batmasına pek az bir süre kalıyor

-niçin eskisi gibi gülmüyorsun?

diye soruyorlar. soruları bile anlamıyorum artık. iletişimim daha ziyade okumak ve yazmak üzerine. donuk kelimeler ve imlâ kuralları ile geçiyor vakit. pek kimseye yaklaşamıyor da. annem ile de küstüm. harikâ(!)

evden uzaklaştım bir bahane ile... 1 aydır görmediğim boğazı görmeye gittim...vapur da seyyar satıcı yanımda bıçak seti satıyordu sanırsam... bir başka yaşlı teyze nazar boncukalrı satıyordu, az ilerideki adam ortağı ile iş hakkında konuşuyordu.... özetle insanlar yaşamak için mücadele veriyordu... ya ben?
diye düşündüm... sonra baktım düşünmeyi bırakmışım... aynı konuya odaklanabilme sürem gittikçe kısılmakta.

arkadaşlarımın yaptıkları espirilere gülmez hatta alınır da oldum...

ne kadar hüzünlü eski parça varsa buldum, bir bir dinliyorum...

biri " yeni insanlarla tanış" dedi... bir başkası "yeni heyecanlar bul..." bir diğeri..."yatağa vaktinde git, uykuna dikkat et..."

modern psikolojiyi yerden yere vuruyorum, sonra "S. Freud " un sapık olduğunu söyleyenleri dinliyorum... modenizmi mi güanh keçisi yapacağım yoksa?... kendi ürettiği hastalıkları yine kendi ürettiği ilaçlar ile tedavi etmeyen-tedavi adı ile oyalayan- modernite mi?

ve anormal durumları sanki normalMİŞ gibi gösterip; hastalarının hüç bir zaman herşeyini anlayamacak olan -ki bilemeyecekler mahrem sırları...her ne kadar psikanaliz keşiflerde kaybetselrde kendilerini- modern psikoloji...

insan ruhunun derinliğinde, o uzayın sonsuz sayılan boşluğu gibi...işte o boşlukta boğulup ölse bütün müritleri Freud'un...aslında bütün buldukları kendi -akılcı- yanılsamaları mı?

özetle bütün laf kalabalığının sonucu...ve-l âkıbet:
teşhis...
mukaddime-i buhran, depresif bir krizin girişi...
ve unutmadan...
evliliğin, ilişkilerin, yazılan kitapların...herşeyin en güzel en kibar ve en nâif yeri giriş kısmıdır...


9 Ekim 2008 Perşembe

...

Merhaba aşkım...
Bu adada hava gittikçe soğuyor
Yalnız...
Üzgünüm...
Yalnızlığımdan bütün hüznüm
Doğrusu ikimiz de çok gençtik
Şimdi seni veya sana benzer birini arıyorum

Yüzlerimizde bir tebessüm ile
"Elveda" dedik birbirimize
Şimdi yalnızsın sen de kendin ile
Yalnızlığından bütün hüznün
Doğrusu ikimiz de zamansızdık
Şimdi beni veya bana benzer birini arıyorsun


(Not: tercüme; Koop Islands Blues - çeviren:Avare)

3 Ekim 2008 Cuma

yağmur ve yalnızlık...

"ay ışığında uzak bahçelerde
sen misin esen yoksa rüzgâr mı?
ölüm mü gezinen köşeler de?
sen misin okşayan saçlarımı?"
---Hicabi Kırlangıç

kaç gün oldu bilmiyorum...bilincim yerine geldiğinde takvimden bayramın zaten bitmiş olduğunu öğrendim. pek değil hiç kendimde değildim. insanların da zaman zaman delirmeye hakları olduğunu düşünüyorum artık. ne kadar mantıksızlık varsa çevremde hoş görmeye başladım. sanırsam geçici olarak aklı devre dışı bırakmak faydalı bir şey.

odam da kitaplarım ile beraberdim, telefonum çoğu kez kendi kendine açldı durdu.... sarjı bitmiş olmalı ki kapanmış. bir sürü de bayram mesajı birikmiş -bir kısmı her zamanki gibi aynı-. Bir kaç günlük bu inziva bayrama denk gelince pek çok arkadaşın kalbi kırılmış olabilir. 3-4 yaşlarındakibir çocuk gibi yaşamaya devam ediyorum. elime neyi alsam bozup/kırıp/döküyorum... en iyi yaptığım şey belkide çocuk taklidi-hem de en sahicisinden-.

bir de ufak bir rahatsızlık geçirmem de hepsine tuz biber oldu. hastalanmadıkça -hiç ölmeyecek gibi- yaşıyoruz. Muhteşem Süleyman 'ın muhteşem sözleri geldi yien aklıma..."Halk içinde muteber bir nesene yok devlet gibi...Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi..." gerçi şiirin ilk beyti bu devamı da var da....

üzdüğüm, kırdığım, zarar verdiğim... bütün kalpler ve bedenler
olur da bir gün hepsi bir anda bir çıkmaz sokakta karşıma dikilecek diye korkuyorum
hep eskiden beri dilime dolanmış duaları okuyorum
ve hayat sokağında kaç numarada...hiç eksik olmuyor gidenler ve gelenler
sahi elimizden ne gelir ki?
toprak türlü dertlere deva

sevgisizlikten kırdığım...
ilgisizlikten zedelediğim...
ve anlayamamaktan zarar verdiğim...
HERKES ten
ÖZÜR dilesem bir şey değişir mi?