30 Haziran 2009 Salı

but be it! know it!...

as i have read and lived many times... the same passage still in my mind...

"now, you are just in the beginning of the road and also you do not know what a great happiness is beginning...

opportunity
success
blessing
love
pleasure...
and more...
all are impatient to reach you... they are looking forward you...
from now on,
you are not as a child, who lost his father
you are not your father's son
you are the son of yourself!

do you know what is the meaning of ...
being son of yourself
being re-born
begining
being free
having no past
do not carry the pressure of any memories
being a mirror that has no stain...
...
you do not know! but be it! know it!...

Dreamed by Avare...

26 Haziran 2009 Cuma

bekleyen ve beklenilenlere...


derviş var gücü ile hırkasını fırlattı attı... tekkesini terk etti. kaçtı. tanrılar dağına doğru koştu, yürüdü... günlerce, gecelerce, haftalar ve aylarca...

tanrılar dağında Zeus'u , onun diğer arkadaşlarını gördü... yüksek bir tepedeki zeus'un kızlarını gördü... baktı. gözlerinin ta içine içine; tek tek...

yoktu...hayat yoktu. donuk bir ölüm vardı tanrılarda...o isimlerini ezberlediği, her gün bilmem kaç vakit andığı tanrılar kendisi onları anmadıkça, çağırmadıkça, inanmadıkça...yoktu...

yok olan asıl şey...onlar yalnız, biçare, kimsesiz, sessiz, keyiflerden ve acılardan yoksunlardı...ah meleğin o soğukluğu...işte buradan geliyordu... melekut alem ne kadar da soğuktu...aşk yok muydu?

geri kaçtı. şehre, kalabalığa, yarının beklentilerine geri kaçtı. gördüklerini kimseye anlatmadı...anlatamadı...biliyordu ama söylemedi.

bekleyişten bile yoksun aşksız bir hayat tanrılar dağındaydı. bir tek Hermes... işte o ulak ve gemilerin rehberi... o biliyordu orayı da; burayı da... kalpleri ve kalplerde saklı olanı duymuştu.

ey ulak! dinle avare'den avazları. melamiye'nin doruklarına ulaşmış artık. hiç bir tını onu mutlu etmiyor. artık aşkın hiç bir hali onun yüzünü güldürmüyor. orgazmları dahi zevksiz gibi... gözlerine bakamıyor diğer fanilerin...babasının karşısında sofradaki sandalyesine oturunca çatal ve kaşık elinde dönüp duruyor... iştahı ise hiç yok...oysa beklemek ...umut ile... ne büyük bir nimet!

25 Haziran 2009 Perşembe

Ah! yalnızlık hem de manastırlar dolusu...

Gel gönül hüsnü halini bir bilir yarana sor
Bab-ı aşkın miftahını bir sahip irfana sor
Her tabip aşka yar olmaz ondan sorma ilacı
Suret hal derler masaldır hikmeti Lokman'a sor

Çekmeyen gafil ne bilsin nar-ı aşkın kıymetin
Çekmeye takat mı kaldı ben bu aşkın zahmetin
Gel sineme kıl temaşa sinemde bağı zeytin
Bağı hüsnün güllerini sümbül ü reyhana sor

Bir kalender meşrebiyem aynımda şal-ı aba
Ben bu aşkın abdalıyım nur u sırrı merhaba
Zülfü canana dokunma lütfeyle bad-ı saba
Sineyi ab u hayatı mürşid-i merdana sor

Der ki aşık gam yemezem gün bugün ferdalara
Geç geçende dem bu demdir düşme boş sevdalara
Nesimi'yem ibret olsun aşık-ı rüsvalara
Görenlerden ayrı düştüm durağı devrana sor

....

bu mısraları dinliyerek geçti kendinden avare...
kalenderi olabilmek için neler vermek gerekir diye sordu...
iki dünyadan da geçmek gerekirdi...
aşık da olmalıydı. ah bu kalp nasıl dayanacak?
asla... yok yok...mümkün müdür?
oysa aşk denklemlerinin hepsi eşitsizliklere mahkum oluyordu.
kaçlar basamağında kaç var....ve kaç kişi elde var "1" hayatlarımızda...
Gothe'nin dediği
ve müjdelediği gibi "biz derimizin altındaki yalnızlığa mahkumuz."
Nesimi derisini parçaladı, yüzdü ve özgür oldu...
Ah! yalnızlık hem de manastırlar dolusu...



24 Haziran 2009 Çarşamba

aşık olmak...

Taos:"Sen bana düşman olabilirsin, Yahova'ya aşık olabilirsin; ama bana olan imanını kaybetmemelisin; zira aşık olacağın tanrılar çoktur ve buna benden layık bir çok tanrı vardır; ama iman etmek için benden daha layık birini arama ki seni alsa affetmem."(kitab-ı mukaddes)

ne büyük saygı duymaktadır aşka... ve inandıkları ne varsa, onun karşısında bir anda kaybolup gidebilmektedir...

aşık olana hakkını veren kim? sezar ile kimin kapışmasıdır bu hak davası?

23 Haziran 2009 Salı

gezi notları VI

geliyorum... bir ölüm haberi aldım. ağızların tadı nasılda bozuluyor değil mi...dedem karşıdaki dağlara baktı..."herkes gelip geçiyor onlar hala orada..."
derin bir iç geçirme...biraz sessizlik...bu sessizliği bozan kanaryanın ötüşü...ardından elime ney'i aldım...nefes verip ses aldım ...beş yıldır yaptığım gibi...
düğün olduğu zaman...
kabilenin neyzeni gelmez...
cenazeler dolusu ağıtları "el-aman..."
ezbere bilir de inadına söylemez...

22 Haziran 2009 Pazartesi

gezi notları V

tepemdeki güneşe inat başımın üstünden dalgalar aşıyor...katre ile deniz arasında ne gibi bağlar kurulabilinir düşünüyorum... sanırım işin ucu bir yere çıkmıyor...

geri dönmeyi düşünüyorum...büyüdüğüm kente...

yolcuya yol gerektir...

21 Haziran 2009 Pazar

gezi notları IV

deniz tüm tuzunu üstüme bıraktı...ve güneş kavurdu her yanımı... hallaç ı hatırladım etrafımdakiler gülüp eğlenirken... tebessüm ettim...sonra ise durağanlaştım... dedem bir söz söyle bana ki feyz alayım dedi... ben sustum hallaç söyledi... "mutluluk için iki dünyadan da geç" dedi... sekseni devirmiş bir pir-i fani olan dedemin gözlerine baktım... dalıp gitmişti tek kelime bile anlmamıştı eminim... sadece melodisi bile etkilemiş olmalı... irkildi...ilerideki mezarlığa baktı donuk donuk...

-hadi akşam yemeği vakti...makarna ve köfte yapmıştım
-istemiyor canım...
-ama sonra ilaçların...
-yok...
-....

20 Haziran 2009 Cumartesi

gezi notları III

sırt çantamı alıp ilçe ilçe; il il gezeli toplam 5 gece / 4 günü geçti...yalnızlık sıkıntısını da sırt çantam ile birlikte yüklenmişim sırtıma... kitapçıları gezdim az evvel...bir sürü şiir kitabı beğendim. sonra ben de yazarım diye bıraktım. yazamayacağımı adım gibi biliyordum.

ağzı yüzü çikolata içinde olan çocuklar, durmadan didişen köpek yavruları, yıldız altında boş kumsallar ve sahiller dolusu yürüyüş...

debriyaj ile fren arasında sıkışıp kalan heyecan ve gerginlik...ah kollarım uyuşuyor eski modern çağın bu makinasını kullanmaktan...oysa parmaklarım hiç yorulmamıştı klavye tuşları arasında... makinalarla aram hiç iyi olmamıştı sahi ya!...

19 Haziran 2009 Cuma

gezi notları II

tatildeyim...bir yan da deniz öte yanım dağlar ardı sıra...
eski bir radyo çalıyor... anneannem ile dinliyoruz...bir akşam üstü vakti...eski radyo eski şarkılar çalıyor...1970'ler 1960'lar... geçiyoruz zaman içinden...anneannemin gözlerinde yaş; benim gözlerimde ise umut ile karışık tebessüm...salıncakta sallanmaya başlıyorum ağır ağır...sağım ve solum boş...ve kalbim de...Allah'ım ne ızdırap!

17 Haziran 2009 Çarşamba

gezi notları I

hayatın burada da aktığını görmek güzel...güvenli yollar...yeşermiş tarlalar...memleketimin ovaları ve dağları...temiz deniz ve toprak kokusu...insan kendini bir defa daha yeniliyor...en çok da geçmiş gelecek karşısında yeniliyor...

16 Haziran 2009 Salı

kaçıyorum...

-merhabalar...
-merhabalar...nasılsınız efendim?
-iyiz şükür...ya sizler?
-bizlerden de iyilik sağlık işte...
-e daha daha nasılsınız?
-dünya telaşı işte...ne olsun...
-öyle öyle...
-kahveleriniz nasıl olsun?
-orta...orta...sade?...şekerli...
-ah evet orta en iyidi değil mi?
-öyle öyle
-büyük oğlan ne yaptı? bulabildi mi bir iş?
-buldu. işte çalşıyor...
-ya hayırlısı olsun..
-tabi tabi...
-hem bu devride...
-ya sorma...
-sonra geçenlerde...
-hihihi...
-deme yahu?
-ya öyle işte....

tebessümlerden...insanı sıkıp bunaltan -resmileştirilen- ama içi boşaltılan konuşmalardan. yenilen peynirin tuz oranı, son futbol maçında yapılan ofsaytlardan, kahvenin nasıl içilmesi gerektiği.... hepsinden ama hepsinden...

en çokta o içi boş simetrisi bozuk tebessümlerden... uzayıp giden akşam yemeklerinden, ardı sıra çay ve meyve servislerinden... sürekli düzgün giyinmekten... derli toplu olmaktan.... az birazda kendimden...ama daha çok herkesten...

kaçıyorum...

14 Haziran 2009 Pazar

ağlardı varlık içindeki büyük tutsaklığına...

kendi ormanının bekçisi bir arslan... yaralanıp esir düştü bir av partisinde sultanın... olanca gücü ile karşı koymasına rağmen. ormanından, kendine ram olmuş diğer hayvanlardan, güzel etli ceylanlardan, berrak sulardan... kısacası özgürlüğünden oluvermişti...

sultan onu aldı bir güzel kafese (çelikten işlemeli altın bir kilidi olan kafes hem de! ) koydu .sergilediği diğer hayvanların da bulunduğu, sarayın hayvanat bahçesinde bir bölüme yerleştirdi. şehzadeler, beyzadeler, harem kadınları, meraklılar, yabancı elçiler... hepsi hergün defalarca onu seyrediyor... izliyor... dehşetle bakıyorlardı çehresine ve kuvvetli vücuduna... o ise oralı olmuyor... başka yerlere kafasını çeviriyor ara ara kükrüyordu... önüne hazır et parçaları atılıyor ve sırf ölmeyecek kadar yiyordu onlardan.

oysa diğer hayvanlar kendilerine sunulan yiyeceklere adeta saldırıyor, ziyaretçilerine türlü şirinlikler yaparak onların gönüllerini almaya çalışıyorlardı...

gece olunca. yani saraya, sarayın bahçesine sessizlik çökünce. meşaleler loş bir aydınlık verince etrafa... herşeyi aşikar kılan güneş kaybolup ay yerini alınca gecelik saltanatın... işte o zaman... ama sessizce, ama bir köşede... tüm insan ve hayvanların gözlerinden uzakta... sessizce bir köşede gözleri ıslanırdı arslanın...
ağlardı varlık içindeki büyük tutsaklığına...

......

kafeslerin bir kaç yüz metre ilerisinde ise...sultan kendi odasında... ayrı düşünce cariyelerinden ve çocuklarından... sırkatibini de yolalyınca yatması için... kapatırdı odasındaki bütün kapı ve pencereleri... söndürürdü son yanan kandili de!...çünkü gece örterdi herşeyi!

sessizce...kimse görmeden... duymadan... hıçkırarak ağlardı... o devasa toprakların hakimi olmasına karşın... bin bir milletin önünde diz çökmesine karşın, her türlü şeye sahip olmasına karşın...

o da ağlardı

küçük bir şehzade iken yapamadığı yaramazlıklara... aşık olmak isteyip de olamadığı kadınlara... kalkıp terk etmek istese de terk edemediği törenlere...

varlık içindeki büyük tutsaklığına...

sebeb ne olursa olsun...ağlamak gecenin işidir der her bilge. sessiz olmalı. gündüz ise tebessüm etmeli... rollerin en büyüğünü en büyük sahnede yapmalı. Jung'un personalarından kaç tane eskitmeli?

11 Haziran 2009 Perşembe

yalnız adam taklidi


bir vardı... iki hiç olmadı...

içinden arnavut kaldırımı geçen mahallerden geçtim...
içimde bir yalnız adam taklidi yaşardı benim
hep yoluma tren yollarının ulaşamadı menziller çıktı
donuklaşa kaldı çelik ve demirde sevincim
bir yalnız adam tanırdım...
ayrılınca fark ettim ben de yalnızdım
kahvaltının ilk lokmasının boğazda düğümlenmesi hali
gülüşlerinin aniden kesilmesi hali...
yani ismin bilmem kaçıncı hali...

içinden bitkin askerlerin geçtiği dağlar gördüm
soğuk metallere çarpıp dona kalmış umutlarım vardı
hep bir umut bekledim taş kuleler tepelerinde
çelik soğuğu, taş ayazı gece ile sabah arasında sıkışmış
ah! dakikalar saatlerin arasında tıkış tıkış...
geçmeyen zaman değil zamanın algısı
dönmeyen yelkovan - akrep değil...
dakikalar sabırsızlığı, bir daha dönememe kaygısı...

içimde bir yalnız adam
buda'dan kelimeler merak eder.
hayyam rehberliğinde arka sokaklarında istanbul'un
kim doyuracak mevlevihane önünde bekleşen kedileri?
duaları kabul olsa bir kulun
gökten ciğer mi kemik mi yağacak?
ah bu yalnızlığa mahkum adamcağızı hangi kalp avutacak?

içinden fırından çıkan ilk simit neşesinde sabahların geçtiği sokaklarda yürüdüm
sarhoş kokulu taştan yollarında kadıköy'ün
kilise duvarına yaslanıp sızan kim?
geleceğim midir?
oysa alkol değil ki içtiğim...
onun gözlerinde gördüğüm her seferinde araya bir maninin gireceği midir?

ve sorarım an zamanı mıdır soru sormanın
yahut hırpalayıp atmak
sevişmekten ve tapınmaktan yorgun düşmüş bedenleri
geçmişim geleceğim midir?
tekrar tekrar sıkılmadan yaşadıklarım...
bu masalın sonu mutluluğa ereceğim midir?
kaf dağı mıdır aştıklarım?

anne uykuda
baba ise türbeler, yatırlar dolusu huzurun içine düşmüş bir fani
kardeşlerim telaşında hayatın
ben ise çirkin ördek yavruları çizdim kağıtlara
hiç beğenmemişti oysa resim öğretmenim
kim bilirdi...
kalmamış mıydı yalnız adam taklidi, benim
ne bir özleyen
ne de bir gönülden sevenim...

9 Haziran 2009 Salı

bilinen şarkının bilinen sözleri...yorgunluk terennümleri


"...bir ihtimal daha vardı felaket oldu!"

hep ihtimaller ve beklentiler denizinde boğuluyorum galiba! eskiyi ve geçmişi özlüyorsam artık ihtimallerin donuklaşmasından beklentilerin olmayışından dolayı özlüyorum.

hep bilinen şarkılar, ilahiler, serenatlar, türküler, uzun havalar, hoyratlar, kompozisyonlar, jazz parçaları...
hep bilindik sözler söyleyip hüzün terennümleri yapıyorum.
oysa ne kadar da hızlı, enerjik, dinamik, bin türlü süpriz yapan biri olarak biliyorlar beni!...

asla değilim. o gün içinde kalmıştır. ve bitmiştir.

artık an gecedir. ay da eski parlaklığında değildir. intihardan 3 defa dönmüp yanımda felahı umanlar, sevgilisinden ayrılıp beni ağlama duvarına çevirenler , babalarının ve annelerinin baskısından azarlamasından sıfımın sıralarına sığınan çocuklar...

üzgünüm. ara ara bu insanda yorulma hakkını kullanır hayatta. bütün sesler susar etrafımda. bir isfehan hoyratı tutturur giderim. gitmem aslında...bir basamak düşerim. kırılır cam parçaları, ah yerlerde batacak elbet! kimse kaçamaz bu yıkımdan!

dervişler artık isyan bayrakları asmışlar tekkelerin kapılarına, kediler kasapları kınıyor, dağlar farelerin küsmemesi için ne kadarda çaba içindedir...

elim fazladır artık, dilimde gereksiz... masamda kurumuş meyve tabakları kalmış anne!... kim kaldıracak çilekteki, erikteki, duttaki ... bu kadar vitamini?

babamın omuzları yorgun! ah biliyorum hala mahçup bana. oysa bilseydi... biliyordu belki de susuyor. ah bir konuşsa...yüzyılın feryadı olur benim için. oysa dünya dönmeye devam eder yine de...

insanlar hayatımdan gelip geçiyor. ben ise bir istasyondaki yalnız başına duran tren şefi.

gece soğuktu kimse umursamadı üşüyüp üşümediğimi... mutlu olup olmadığımda umurlarında değildi. 5 haftadır burnumdan kan gelmesi de ilgilendirmiyordu anlaşılan. sadece kıyılarımdan mı gelip geçecek insanlar? hiç uğramayacaklar mı içime? bir an oturup gözlerime bakıp mahçupca gülümsemeyecek mi etten kemikten hayaller?

bana yine hüzünlü bir avuç nota miras! bilinen şarkının bilinen sözleri...yorgunluk terennümleri...

"Ah! Zaman bir tablodur düşer duvarlardan..."

7 Haziran 2009 Pazar

Hermes! Dur ey tanrılar ulağı!


aşk oyununda kurallar değişmiş... ben yalnız oldu olalı. "nasıl kişilerden hoşlanırsın ?" diye sordu birisi... afalladım. cevap veremedim. sonra ...inandığım ve mukaddes saydığım herşey üzerine yemin edip BİLMİYORUM... dedim.

bir defa ateş kalbe, perde göze, fısıltı kulağa düşmüştü... o günlerden sonra... oyun bozuldu bozulalı ciddi ciddi bilmiyordum. hala bilmiyorum da. kendimi bilmemezlik değil bu!...

sigara içmezdi; içmiş
alkol kullanmazdı; kullanmış
küfürlü konuşmazdı; konuşmuş
güleçti yüzü; somurtkan
düşünceliydi; duyarsız
sözlerimi dinlerdi; dinlememiş
elimi tutardı; tutmamış...
.... OLMUŞ OLSUN... ne değişirdi ki?...HİÇ BİRŞEY...

gözlerimin içine bakardı; bakmamış OLSUN...

HAYIR değişmezdi demeyeceğim bu halde. gözlerimin içine baktı. güldü. tebessüm etti. güzel sözler söyledi. nasıl olduğumu sordu. elimi tuttu. kucaklaştık. ellerim şaşkındı sevişirken dahi.

ülkemin ıssız bir köşesinde az biraz unutulmuş bir adasının, en unutulmuş bir yerindeki, en unutulmuş elektirik ve suyu olmayan bir bağ evine gitmiştik... herşeyi unutmuştuk. kendimizi ve kim olduğumuzu bile... işte yeniden doğmuş olmak. gecenin yıldızlarını ve o sessizliğini hissederdik.
oysa gözlerimin içine bakmasa... olmazdı!...

BULDUM! Ey haberci! Ey gemilere klavuz olan Hermes! Dur ey tanrılar ulağı! Tanrılar dağına uçur bu haberi... gözlerimin içine bakacak birini bir daha....

gerisini yazamıyorum. özür dilerim.

6 Haziran 2009 Cumartesi

ateş, ışık, sıcaklık / aşk, aşık, maşuk

gece geç vakittir artık. yatmalı mı? daha ne kadar dayanacak bu yorgun kalp?...kulaklarımda çınlayan bir isfahan hoyratı;
"...
gurbet ellerinde bir ben söyler ağlarım
..."

ne büyük yalnızlıktır! dağlar yollar ve çöller dolusu! Allah'ım ne cinnettir sen yok dolusu...

oysa çıksa karşıma nice zaman evvelinde olduğu gibi. biliyorum. tekrar tekrar kanacağım. bir çift gülüşe ve güzel söze. ve yine biliyorum ki çıksam karşısına nice zaman evvelinde olduğu gibi ...

"""rahip gözlerimin içine baktı ve gülümsedi. dediki;
meğer ki Mesih can bulsa yeniden. dese ki - hayır! yanlıştır tüm söylediklerim...hepsi bir hayal bir dalgınlık anıdır sadece... o can bulan ölüler ise bir göz aldatmacası....ve St. Pavlus atılsa oradan. benim de seyahatlerim sadece ticaret ve menfaat içindi. bu vicdan ile kaldıramadım bunca yalanı...
meğer ki işte...meğer ki öyle olmuş olsun... duaları daha da kuvvetlenecek daha da içtenleşecek!"""

ve tıpkı... aşık maşuka yalan dese...en doğru sözden daha doğru daha gerçek gelecek o sözler.manayı kim kime verecek?

"...unutmamalıyım ki insanın dostu ve insanı tanıyan tek tanrı da Prometheus'tur. Prometheus insanı gece tanıdı. O'nu karanlıkta gördü. Ona ATEŞi öğretti, hayır verdi ve bağışladı. İnsan daha önce ATEŞe sahip dğeildi, onu tanımıyordu. Hayatı ATEŞsizdi. Yeryüzündeki insan, ATEŞten mahrumdu! Ne sıcaklık, ne de ışık; Prometheus ona ATEŞi verdi! onu gecelerden, kışın amansız soğuklarından kurtardı. Ama kendisi yakalandı. Kafkas kalesinde zincire vurdular onu. Leş yiyen bir atmacayı da insana SICAKLIĞI ve IŞIĞI verdi diye başına dikmişler ki her gün tahta gagasıyla ciğerini çiğnesin, bitince de yeniden bir ciğer oluşsun ve bütün yırtıcı hayvanların yemi olsun...." (Ali Mezinani - Yalnızlık SözleriII)

ATEŞ nedir? IŞIK kimdir? SICAKLIK ise nasıl birşeydir?... aşktan başka nedir ki bunlar.
Ateş aşktır. Işık aşık. Sıcaklık ise maşuk....
Prometheus... bütün dertleri ve sıkıntıalrı senden mi bilecek bu insan oğlu? ciğerler sancısı acılar mı hediyesidir onun?...demek ki aşk ne büyük acıdır ki intikam için ciğerler parçası bir sızı hak etmiştir...

5 Haziran 2009 Cuma

ölmemişti daha...

aylar evvel kışın başında cenaze vari bir seromoni ile uğurlanmıştı. göz yaşlarına ve matemvari gülüşlere hiç anlam verememişti. yoksa sahiden... yok yok... ama olabilir de... hem sahi...

"ne ölümden korkmak ayıp ne de düşünmek ölümü..."

zor, uzun, yorucu, bitkinlik verici, insanı iliklerine kadar soğutan, affetmeyen, zature mikrobuna dahi yaşam şansı vermeyen bir soğuk....bir kış... mermi şakırtısı, barut kokusu, azcıkta ne yalan söylesin ölmek değilse de kavuşamamak korkusu... beklentinin sıfıra indirgenmesi. vaazlara ve monologlara, felsefe konuşmalarına bir son... düşünmeye büyük bir tatil. bol küfür...

geldi ve geçti...

kimse bilmedi sormadı görmedi söylemedi...

dilinde soğuk kış gecelerinde bir türkü...

"havada bulut yok bu ne dumandır?
mahlede ölü yok bu ne şivandır?
ana ben ölmedim...bu ne figandır?"

hem ortada savaşta yoktu. selalar hiç susmazdı ki tepelerdeki minarelerden. pervane seslerine karışırdılar. boşlukta kaybolurdular.

ne diyar-ı bekir 'e ne de istanbul'a ulaşırdı sesler. ah ne rezil bir muhaberat!

tüm bunları ardında kalmıştı. eve geri geldi bir bahar evvelinde. bir kış arifesinde çıktığı kapıdan içeri girdi. ayakları halıya basmayı unutmuştu. garipsedi. tebessüm etti... adet olduğu üzere sofra açıldı. oturdu. bir şey yiyemedi... alışık değildi tabaklara.

"bir şey ister misin?" diyen herkese bir unutmadığı tebessümle...teşekkür ediyordu.

annesi üsteleyince... düşündü... biraz tuzsuz yemiş, meyve ve şekersiz çay istedi. ilk hatırlayabildikleri bunlardı.

hayat devam ediyordu. bir yerinden tutunmak lazımdı sahi ya...ölmemişti daha...

3 Haziran 2009 Çarşamba

ben'in zindanlarında...

ben'in zindanlarında bir gece ve iki günün ardından...
arkadaşımın alkole benim ise kahveye düşkünlüğüm sonucu ;kafein krizlerinden kurtulamadığım
bir günün ardından mide krampları, terleme nöbetleri, saçma sapan rüyalar...

hepsinin ardından sabah olmuştu ya! sabahın kıymetini, güneşin güzelliğini, müezzinin sesinin sadeliğini, karşıki limandaki gemilerden gelen makina sesleri... hayat yeniden ama bir yerlerden başlamıştı!

elimi yatağımın baş ucundaki kitap kümesine attım. yine yine ve yine aynı kitap geldi elime. rast gele bir sayfa açmaya çekindim...sonra kayıtsız kalamadım. yine aynı sayfa ve aynı bölüm denk gelmişti;

"...Şu anda daha yolun başındasın ve başlangıcın ne büyük bir saadet olduğunu bilmiyorsun. Birçok fırsatlar sana ulaşmak için sabırsızlanıyor, birçok başarılar, nimetler, aşklar ve lezzetler karşına oturmuş, yolunu gözlüyor... Artık sen babasını kaybeden bir çocuk gibi değilsin, sen artık babanın çocuğu değilsin, kendinin çocuğusun, sen kendinin çocuğu olmak, yeniden doğmak, başlamak, bağsız olmak, geçmişi olmamak, hiçbir hatıranın ağır yükünü taşımamak, lekesiz ayna olmak nedir bilir misin? Bilmiyorsun, ama ol!..."(Ali Mezinâni - Yalnızlık Sözleri II)

kitabın sayfalarında daha fazla dolaşmama gerek yoktu...düşünmekte istemedim. ney'ime nefes verdim ve sabâ perdesinden ilk seste karar kıldım...

1 Haziran 2009 Pazartesi

wait!

run away from the reality...
just try to get by with your dreams
life or dignity
death or slavery?
do i have to choose something else?
finally i will!
but, please do it softly!
what ever my choice is...
no need to be hurry!
just wait till the end of my last ceremony
hold your sword up
till;
my last tears
my last words
my last look
my last...
i have knew how hard to come to a last
please my lord! no need to be that much fast
some more moments for a farwell
after than...
take all my dreams and wills to sell!
free of charge...