25 Haziran 2009 Perşembe

Ah! yalnızlık hem de manastırlar dolusu...

Gel gönül hüsnü halini bir bilir yarana sor
Bab-ı aşkın miftahını bir sahip irfana sor
Her tabip aşka yar olmaz ondan sorma ilacı
Suret hal derler masaldır hikmeti Lokman'a sor

Çekmeyen gafil ne bilsin nar-ı aşkın kıymetin
Çekmeye takat mı kaldı ben bu aşkın zahmetin
Gel sineme kıl temaşa sinemde bağı zeytin
Bağı hüsnün güllerini sümbül ü reyhana sor

Bir kalender meşrebiyem aynımda şal-ı aba
Ben bu aşkın abdalıyım nur u sırrı merhaba
Zülfü canana dokunma lütfeyle bad-ı saba
Sineyi ab u hayatı mürşid-i merdana sor

Der ki aşık gam yemezem gün bugün ferdalara
Geç geçende dem bu demdir düşme boş sevdalara
Nesimi'yem ibret olsun aşık-ı rüsvalara
Görenlerden ayrı düştüm durağı devrana sor

....

bu mısraları dinliyerek geçti kendinden avare...
kalenderi olabilmek için neler vermek gerekir diye sordu...
iki dünyadan da geçmek gerekirdi...
aşık da olmalıydı. ah bu kalp nasıl dayanacak?
asla... yok yok...mümkün müdür?
oysa aşk denklemlerinin hepsi eşitsizliklere mahkum oluyordu.
kaçlar basamağında kaç var....ve kaç kişi elde var "1" hayatlarımızda...
Gothe'nin dediği
ve müjdelediği gibi "biz derimizin altındaki yalnızlığa mahkumuz."
Nesimi derisini parçaladı, yüzdü ve özgür oldu...
Ah! yalnızlık hem de manastırlar dolusu...



Hiç yorum yok: