26 Haziran 2009 Cuma

bekleyen ve beklenilenlere...


derviş var gücü ile hırkasını fırlattı attı... tekkesini terk etti. kaçtı. tanrılar dağına doğru koştu, yürüdü... günlerce, gecelerce, haftalar ve aylarca...

tanrılar dağında Zeus'u , onun diğer arkadaşlarını gördü... yüksek bir tepedeki zeus'un kızlarını gördü... baktı. gözlerinin ta içine içine; tek tek...

yoktu...hayat yoktu. donuk bir ölüm vardı tanrılarda...o isimlerini ezberlediği, her gün bilmem kaç vakit andığı tanrılar kendisi onları anmadıkça, çağırmadıkça, inanmadıkça...yoktu...

yok olan asıl şey...onlar yalnız, biçare, kimsesiz, sessiz, keyiflerden ve acılardan yoksunlardı...ah meleğin o soğukluğu...işte buradan geliyordu... melekut alem ne kadar da soğuktu...aşk yok muydu?

geri kaçtı. şehre, kalabalığa, yarının beklentilerine geri kaçtı. gördüklerini kimseye anlatmadı...anlatamadı...biliyordu ama söylemedi.

bekleyişten bile yoksun aşksız bir hayat tanrılar dağındaydı. bir tek Hermes... işte o ulak ve gemilerin rehberi... o biliyordu orayı da; burayı da... kalpleri ve kalplerde saklı olanı duymuştu.

ey ulak! dinle avare'den avazları. melamiye'nin doruklarına ulaşmış artık. hiç bir tını onu mutlu etmiyor. artık aşkın hiç bir hali onun yüzünü güldürmüyor. orgazmları dahi zevksiz gibi... gözlerine bakamıyor diğer fanilerin...babasının karşısında sofradaki sandalyesine oturunca çatal ve kaşık elinde dönüp duruyor... iştahı ise hiç yok...oysa beklemek ...umut ile... ne büyük bir nimet!

Hiç yorum yok: