26 Şubat 2009 Perşembe

Blowin' In The Wind

en gizli ve en kuytularda dilimin ucundaki bir parça...


...How many roads must a man walk down
Before you call him a man?
Yes, 'n' how many seas must a white dove sail
Before she sleeps in the sand?
Yes, 'n' how many times must the cannon balls fly
Before they're forever banned?
The answer, my friend, is blowin' in the wind...

çabuk geçse zaman

alışmalıydım. büyümeliydim. henüz beceremesemde...
serçelere, güvercinlere ve kumrulara bakarak geçmezdi günler...gece yıldızları seyredip ümitlenmek bile yasak ise...yaşamak hakikakten zor...
şarkıları mırıldanabilirim tabi kimse duymadığı sürece...
aldığım süpriz yumurtalar için herkes bana "deli olmalı" diyen bakışlar ile bakıyordu...
bu sabah kaşlarımı çattım...bağırdım...ilk defa belkide...büyük küfürler çıktı ağızımdan...ben bile kulaklarımı kapamak istedim....
annelerinin cinsel organları, gelecekteki ve geçmişteki hayatlarına girmiş/ girecek tüm kadınları da kapsayan küfürlerdi...
sonra duraksadım...ben ben değildim. bunu çok iyi biliyordum... akşam ile sabah arasındaki bekleyişime devam ettim kaldığım yerden...

17 Şubat 2009 Salı

sabaha karşıydı...en çok da kendime karşı...

"dönüştür ey kalbim!
bahçeli eve...
anlamı ezen o makinaları!..."
m.a.i.
taştan ve çelikten yapılar bekliyordum...çelik kafesler içinde...açık gök yüzü kilitlemiş yarınımı ve dünümü geleceğimin kaygısı. en çok da ailem üzülmesin diye sabır!!!
gece karanlığında evimden binlerce mil uzakta babamın gölgesini arıyorum. dinlediğim bütün Um Khoultum parçalarını ufak ufak mırıldanıyorum...ara sırada dua ediyorum ...sabah olsu diye!
serçeler geçti yanımdan...ben hareket etmez iken kondular başıma ve kollarıma...hiç üşümemişlerdi... çelik soğuğu işlemez olmuş onlara...evlerine yakınlardı. hasret dedim? sustular... ben de sustum. bir süre bakıştık ardı sıra... anlam veremeden çekip gittiler... aklımda 8-10 yaşımdan kalma tramvalar, kulağımda rüzgar, çatlak dudaklarımda bir kaç yüzyıllık bir türkü...güneş doğuyordu serçelerin konduğu dalların ardından...

11 Şubat 2009 Çarşamba

beklemek

"aklımda olan başka; karar başkadır
geçsin artık şu hazan, gelen bahar başkadır!"
Mevlana
günleri sayıyorum. bir sürü de küfür öğrendim. henüz söylemedim ama!.. denizin olmadığı, tren yolunun geçmediği burada beklemeye devam... en çok taşlardan ve çelikten bıktım.
bir kaç serçe ve güvercin sinmişti bir köşeye...kargalardan kalamamıştı gökyüzünde onlara yer... kara bulutlar geldi sanmıştım. hayır...
ne kargalar ne güvercinler ne de serçeler...ne kara bulutlar hepsi yalan!
ne kendini kandır ne de başkalarını...bir çoğu kaçıp gitmiş buralardan. artık yoklar!...
cinnet geçiren sadece insanlar değil demek ki...kuşlar da var. peki nereye gitti? ne yaptılar?... bilmiyorum...bekliyorum...
gece gördüğüm bütün cisimler hareket ediyor ben susuyorum... gün boyu sorulan sorulardan bıktım! bütün öğrettiklerimi unutturmak için çalışacağım bu gidişle...ve bildiklerini unutmalarını isteyeceğim çevremdeki insanlardan.
özel olarak bir de annem artık ağlamasın mümkünse tabi...
çehreler ne kadar da asabi!
babamın gölgesi nerede?
ve bir de...
olur ya...
ne olacaksa olsun elektrikler kesilmesin ama...
korkmasın küçük adamlar...

4 Şubat 2009 Çarşamba

ayaklarım üzerinde durmalıyım...henüz düşmeden!


bekliyorum. bolcada yorgunum aslında...inatla saatlerce ayakta durabiliyor, en yeni pop parçalrını dinleyip ritim tutabiliyorum. üstüne üstlük dilimin döndüğü türküleri mırıldanıyorum...

ilginç...herşeyden bir şaka çıkartarak avutuyoruz kendimizi...
gülerek geçiyor günler...
bir dakika sonra ne olucağından kimse emin değil...
en ufak sesten irkilmeye devam ediyorum...her gece en az 30-45 dk da bir uyanmaya devam...uykunun bu kadar sorun olabileceğini sanmıyordum...

herşeye rağmen durmayan tek şey zaman...akıp gidiyor...her sabah bir gün eksiliyor takvimden...


teslim olmalıyım bana seslenen nefese!
ve çekip gitmeliyim
çok geç olup ben bende ölmeden...
bütün şey'lerden
çok bilinmeyenli denklemlerin x'lerinden...
havaya kalkan her elde; el-veda!
gece sabah arasında bu şehrin minarelerinde binbir çeşit sedâ!
rüzgâr kokusunu getirir kardeşlerimin
bulutlar dedemden miras...
annemin saçlarımı okşayışı; sabah üstüne düştüğüm kırağı...
talih şeytanın dilinin kemiğinin kırığı...
bitse ve gitsek...
tekrar geri dönmesek!
bütün düşlerim gerçek olsa...
fakat...
ayaklarımın üzerinde durmalıyım!
henüz düşmedim...