27 Ağustos 2009 Perşembe

dolgusal bir hayat

ofis ortamı...kalvye, yazıcı, fotokopi makinası, telefon ...sesler sesler...en çok insan sesleri...
üstüme üstüme geliyor bazen. yığınla önümde biriken dosyalar dosyalar...çalış çalış çalış...

en ergonomik oturuşu bulana kadar 10 saatlik günlük mesaim doluyor zaten...ve hiç bitmiyor...sorunlar/sorular...

çalışmanın zahmeetinden değil yakınmam...dört duvarın belki fazla rahatın üstüme üstüme gelmesi...

bazen amfiyi özlemiyor değilim...şimdi istifa mı etmeli? işsizler ordusuna mı katılmalı? belki evet de...ya yarın? ilk günün hovardalığı geçince?...bugünü yarının kaygısı ile dolduran ben...dolgusal bir hayat sunuyor tercihlerimiz...

bütün bunaltının içinde..gözleri gülen bir kız bakıyor bana ...ve içten bir tebessüm gönderiyor bana...
-kolay gelsin
-teşekkürler...

25 Ağustos 2009 Salı

İsa'ya rağmen İsa'yı..


nedir şairin ilmihallerden çektiği
nedir aşıkın bilmeden sevdiği...
ve İsa bir gün gelip karışsa aramıza
inkar etse söylediklerini...
binbir küfür etse kendisine atfedilen mukaddesata...
aşık inat ile devam eder imanına...
uğratacak kim kesata?
öper dudaklarından
meryem adlı bir kadın
tüyler uçar şakaklarından
bir cebraildir rüzgar değil esen...
pavlus yalanlarından utanır
yine de inatla sever aşık
İsa'ya rağmen İsa'yı...


bir ikon çizer bir derviş...
çizdiği aşık olduğu karşı komşunun kızıdır
adını meryem'in adında gizler...
oysa başkadır sevdiği

bir hat yazar bir derviş
çizdiği aşık olduğu bir başka derviş
adını iki vavın arasında kıstırır
oysa başkadır sevdiği...
İsa'ya rağmen İsa'yı..

23 Ağustos 2009 Pazar

farklılık

farklı olduğunu iddia edip bunun ile övünen...
yahut farklılıklara öykünenlere ithaf olunur.


48 saattir yemek ve tuvalet ihtiyacı dışında çıkmadığım yatağımdan yazıyorum...yatağım çalışma masam, karargahım, hayal dünyam, mağram, nirvana'm, hira'm, çarşafım ömürcek ağım, yastığım ise güvercin yumurtalarımdır...

"farklı olma, sıradan ol hayat daha kolay"
ne kadar da tokat gibi bir cümle benim için. kültürsüz, köysüz, hiç bir yersiz...olmak...
seni sarıp sarmalayan kollayan akrabalarının olmaması, babana ve annene dahi hayatını tüm açıklığın ile anlatamamanın ızdırabı ve kocaman ön yargı duvarlarına çarpıp kalmak...evde, okulda, işte, yolda, sokakta...

omuzlarımdan benden daha zor durumda olanların ızdırabı...bunu bilmek ve bunu hissetmek...

"akşamları tv'de haberleri seyretmiyorum" demişti bir radyo programcısı...aynı cümleyi bir çok kişiden duydum...habersiz olmak daha mutlu ediyor bizi...dünyanın derdini ve kederini taşıyamıyoruz...işimize geldi mi ise...bir globalleşmedir almış başını gitmiş...

çin malları kullanırken mutluyuz da; çin'de olup bitene ne kadar duyarlıyız?...
bu kadar bencildir insan milleti...umursamaz, ızdırabını çekmez...vurdum duymaz...duyamaz...

sağırlık ve körlük mutlu eder bizi...

ama işimize geldimi...havamızı atmayı da severiz..."ben farklıyım"... hoş bir reklamdır... oysa heryerde aynı olabilmek..kendi olabilmek...maskeleri azaltabilmek hayatta...

farklı olmak ızdıraptır...ızdırabı çeken ruh acıya alıştığından farkında bile değildir çoğu zaman...bağıran çağıran yaygarayı yapan ise aslan değil sırtlanlardır...

-----------------------
insanlar gelip geçtiler...sadece baktı ve yüzünü çevirdi kimisi...kimisi yüzünü ekşitti.... yahut beni düşman olmaya bile layık görmediler... çocuklara gösterilen bir hoşgörme ile sırtımı sıvazlayıp ah vah ettiler...

yarın sabah olacak...tebessümler ve günaydınlar...iyi dilekler...

18 Ağustos 2009 Salı

banliyö...tedirgindir aşk'a


düşlerimdeki yeri buldum sanırsam...sanmanın iç sıkıntısı ile birikmişliğin ızdırabı...

yorgun geliyorum akşamları eve...biraz meyve ve yemiş ile geçiştirmeye çalışıyorum midemin açlığını. açlığa alışmalıyım...az konuşmaya az uyumaya az yemeye...

ama asla oalmayacağım şeylere öykünmemeliyim!

dün gece kendimi sarhoş iken gördüm. öyle mutlu idim ki...olmayacak şeyler bizi deli gibi mutlu eder...ki mutluluk da özünde bir delilik taşır

her köşe başında bir geçmişim ile karşılaşıyorum. ve o profesörün dediği doğru...

"zaman kaybolmuyor"

hasan sabbahı bulmalıyım. ruhum avazlar içinde acem diyarının trajedilerine, yalanlarına, fikir karışıklıklarına saplanmalı ve kalmalı orada...

alamut ebedi kartal yuvasıdır. şimdi ise paris'te, londra'da, berlin'de, tahran'da, istanbul'da, atina'da, kahire'de, barcelona'da, dublin'de, aşkabad'da, grozni'de, buhara'da, new-york'da...
yeryüzünün dört bir şehrinde...banliyölerde yaşıyorlar...
fare yuvaları değil mekanları...göktelenlerde de yaşamıyorlar...
ne şehrin dışında ne de tam ortasındalar.
hayatları da, mekanları da...
banliyö arada birazcık uzakta...
ama tedirgindir aşka

11 Ağustos 2009 Salı

hastayım

geçen gece yazdığım bu yazıyı...

dostlarımı, ailemi, sevdiklerimi ve onların geçmiş güzel anılarını/ gelecek güzel günlerini .... inciltmemek için sildim...bir nüshası kağıtta idi...şuan külleri savruluyor İstanbul'da çöplüklerden birinde...

5 Ağustos 2009 Çarşamba

eğer sorarsan ben kimim? ademim ruhum tanrıyım şeytanım...

oğlunun katili bir babanın trajedisi...
oysa kucaklamak isterdi onu
sarılmak öpmek koklamak...
oysa baba hastadır
gözleri bakar artık görmez
bu alemin ötesinde dolaşır ruhu...

suhrop ise delikanlıdır...dilaverdir...
kılıcını kan ile silendir...
alem ise babasını kahraman bilendir....


oysa bütün masallardan ziyade bu çok etkiler beni. suhrop da can bulur ruhum. ölü bedeninde soğukluk, mezarında kalbini kemiren kurt misali! bir parça dolaşır kalbimde ondan bana miras...

babam ise rüstem olamadı... cengaver değildir. uzaklara bakar...
artık ben de bakışlarımı göreceğim en uzak noktaya dikiyorum yürürken... ayaklarım çivileniyor zemine...ama depremler oluyor beynimde... hücrelerimde. dengemi kaybedip sallanıyorum.

şehram'a göre kendim ile mücadelede iken yeniliyorum.

elimde bir kılıç. en ön safta ben varım. şovalyeler, cengaverler, pehlivanlar, en keskin okçuların ... kargıların ve tatar yaylarının tam önüne atlıyorum.

kendi kılıcım ile kendimi kan revan içinde bırakıyorum onlardan önce... şaşırıp kalıyorlar. liğme liğme etmek istedikleri "ben" ... bu işi büyük bir zevk ile yapıyor... taki güçsüz düşene kadar...

çömeli veriyorum yere.... babam katilim olacaksa, ondan önce davranmalıyım. kardeşimin ellerine ve omuzlarına da yükleyemem bu günahı...

fısıldıyorum aklımda son kalan şarkıyı;
"eğer sorarsan ben kimim?
- ademim ruhum tanrıyım şeytanım..."