27 Mayıs 2009 Çarşamba

kulağımda bu tını...

kulağımda bu tını...


gözlerim minarelerin ulaştığı son yerde...
havada süzülen martıları takip ediyorum
yaslandığım sütun yüzlerce yıl evvelinden...
nice derviş yığılıp kalmıştı bu sütuna...
hala ruhlarının sıcaklığı var taşlarda!
çekilip gönlümün en kuytusuna
sesler işitiyorum!
kulağımda bir çınlama!
kaç ayın
kaç haftanın
kaç günün
kaç gecenin
kaç saatin
hayalidir bilir misin o sütuna yaslanıp gözlerimi bir an olsun kapayabilmek?
anlatmaya çalışmak yersizdi. kimse anlamyacaktı. sadece sessizliğinde mermer avlunun , bulutsuz gök yüzüne bakarken hafifçe kıstım gözlerimi ve ardından kapandılar...

kulağımda bu tını...


25 Mayıs 2009 Pazartesi

chatten kayıtlar...yorumsuz


35a 180 100 kıllı göbekli bıyıklı aktıfım cıddı sevıyelı uzun sutelı ılıskı dusunenlerı beklerım

kaslı 180 74 kılsız 22p kendıne guvenen gelır

slm p ler

45 60 yakmu yaa ap ne olrsa olsun hadı ama

telde s***şmek isteyenlşer arayabilir 554 *** ** ** 10 dk sonnra hazırım

............çevresinde genç ................kadınsı pasif varmı :D:D:D

bu gece hemen gorusucek pasıf aranıyor

erkeksipasif isteyen gelsinn


....KAYITLAR SPONTENE OLARAK BİR GAY CHAT KANALINDAN ALINMIŞ OLUP BAZI BÖLÜMLERİ MECBUREN SANSÜRLENMİŞTİR...YORUMSUZ OLARAK SİZLERLE PAYLAŞAYIM. EVET BELKİ BİR ÇOĞUMUZUN HERGÜN NETTE KARŞILAŞABİLECEĞİ BİR MUHABBET ŞEKLİ. SADECE DÖNÜP BİR "HALİMİZE" BAKMAK GEREKİR DİYE DÜŞÜNÜYORUM.

21 Mayıs 2009 Perşembe

bir akşam üstü...

deniz kıyısında koşuyordum...rüzgar yüzüme yüzüme vuruyordu kum taneciklerini...ilerde ufacık bir kız çocuğu yürüme çabası içinde! belki 10 belki 11 aylık. bir yılını daha doldurmamış bu dünyadaki... saflığın belkide doruk noktasında biryerlerde... babasına doğru yürüme emekleme arasında gidip geliyor... ufacık dünyasında kocaman insanlar var! bir an duraksıyor. az ilerideki el ele tutuşmuş yürüyen bir çifti görüyor. parmağı ile işaret edip ağzı açık kalıyor...

bir ufak bedenin aşkı ilk gördüğü an mıdır? yahut mana vermeye çalışması mı?

bir kelime arıyor! biri kulağına eğilmeli "aşk" demeli... doğan her bebeğin kulağına okunan ezan gibi! evet aynı onun gibi olmalı...

........................

tıpkı öyle şaşırmıştım ilk çocukca aşık olduğumda... şaşırdığım kendi halimdi... ellerim şaşkın, cümlelerim yüklemsiz kalmıştı. nutuklar çeken ben sessiz sakin bir adam olu vermiştim. ağlamıştım üstelik...

o ufacık kız çocuğuda büyüyecekti. kalbi çalınacak, alınıp satılacak -ki muhtemel- o da kalpler çalacak , alıp satacaktı!

her defasında aynı şaşkınlıkla kala kalır mı bilmiyorum...


"Benim halimden haber sorarsan,
Bir çift sözüm var sana
Sevginle gireceğim toprağa
Sevginle çıkacağım topraktan"
Ömer Hayyam

20 Mayıs 2009 Çarşamba

bir gece

kağıdı yırtmış
kalemi de kırmıştı
mürekkep dökülmüş
ah! o güzelim yazı takımı...
cahil bir elde mağfolmuştu...

susmak isterdim
kelimeler söyledikçe beni kısıtlardı çünkü
herkes sözüne karşı rehindi
adam olanın dilinden adam olabilenin kulağına...
her doğan günün şafağına
bir türkü söylerdim aklıma ne gelirse
sıkılmak sürekli oldukça o bile bunaltır, oysa tıpkı mutluluk gibi...
acı verir ama yakmaz
suzan olan demir seven bir kalbi aşkın zincirine takmaz...
zencir-i aşk kırılıp dağılır modern çağın demircisinin
örsünde
üzengisinde
çekicinde
ah! mevlana da yok ki duyabilsin!
kalbinde
ruhunda
bedeninde...
nice gurmeler tadamadı ki şarabının tadını
kokusunda
lezzetinde
deminde...
ve bir çoğu kaçıp gitmeyi yeğlerken ben bekliyordum bi-umut
merhabasında
selamında
el-vedasında...

15 Mayıs 2009 Cuma

istanbul ne kadar uzak?

istediğimiz herşeyi bulduğumuz yerdir istanbul aslında...
bu nedenle mi özleriz?
özlediklerimiz yitirdiklerimizdir aslında sahi ya!

hiç kazanmadığını yitiren adam
sevmeden terk edilen adam
sevmeden sevişen adam
bilmeden unutan adam
ah! ben!
ne kadar da bi çâre!

içimizdeki sevgi kıvılcı mı hiç oksijen ile buluşmamıştı ki...
oysa bana 7/24 eziyet eden gardiyan...
elindeki kırbacı asıp evine dönünce
yani bir işkence mesaisi bitince
evine dönünce
kapı açılınca
kucağına atlarken
adeta bir kalp hırsızı
minicik kızı
onu sevgi ile kucaklayabiliyordu
ben kalbimdeki
ve beynimdeki
acılardan sıyrılıp...
teşekkürler sundum
en taş kalplere bile merhamet ekene

içimde sabretmeye bir umut yeşerdi
sonuçta döner doalşır değişir...herkes beşerdi...

13 Mayıs 2009 Çarşamba

kör kuyu

kör kuyular nice sırrı tutmuştur suların terk ettiği heryer de bir sır vardır!


kör bir baykuş havalanır kaf dağından...
varır kör kuyular diyarına
annesini kaybetmiş bütün ceylanların hesabını sorar onlardan
avcının elindeki yaydan ve oktan...
oysa sitemkar da değildir de kadere...
bir kızgınlık krizi tutmuştur hiç yoktan
sulasa kör kuyuları ırmak ırmak; dere dere...
kedi gözlerinden bakışlar çalar
göz göze gelmek için yari ile
oysa yalvarmak yahut isyanda değildir dualarında iki avucu arasında saklı
teşekkürler ederdi bütün nefesleri için
şehvet vari bütün gülüşlerden kaçması gerekirdi de
ezbere uzun uzun dualar bilirdi de...
metropoller devrinden bir kaçıştı bu köye
ve bütün annesini yitirmiş ceylanlar için
ve ağlardı için için
vav harfinin kıstırdığı bir şiirde saçmalardı şair
sırları hapistir bütün kör kuyulara!

dreamed by Avare...

10 Mayıs 2009 Pazar

Yaralar vardır hayatta...


‘Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.’

Sadık Hidayet صادق هدایت

diye başlıyordu "kör baykuş" adlı kitap. hiç iran edebiyatı okumamış kişilere tavsiye edebileceğim bir kitap... tabi ki Behçet Necatigil'in o harika tercümesi ile...

Ali Şeriati'den "Yalnızlık Sözleri" ile birlikte okunması halinde okuyucuda psikolojik rahatsızlıklar başlatabildiği tecrübe ve gözlem ile sabittir.

başım her sıkıştığında kaçtığım bir liman gibi ...

günde 3 vakit kimi bünyelerde ise 5...7... vakte kadar çıkabilen oranlarda alına bilinir... şifa değilse de düş niyetine...

9 Mayıs 2009 Cumartesi

ben'in zindanlarından


Ben'in zindanlarından bir zindan da son bir kaç günüm...bu dünyaya ait bütün telaşlarımdan bir telaş sadece o kadar... penceremin ötesinde bir ses beni özgürlüğe çağırırken artık bıkkınlık doruklarda ruhumun derinliklerinde...

teslim olalı yıllar olmuş!...sahi ya...

benim sıkıntım belki de bunca kısıtlanmışlıktan özgürlüğüme vurulan ketlerden dolayı değil!...

riyakar bakışlar, yalan ve dolanlar, ince çıkar hesapları, dedikodular, na-mertlik destanlarının dillendirilmesinden, adaletsizlikten...sıkılmışlığım...

bir ada gibi yaşamaya devam edeceksem tel örgü ve parmaklıklarımın dışına çıkmak benim için acıdan başka ne ifade edecek?

benim ruhum Yunus'un, Buda'nın, Mevlana'nın, Ayn Kudat'ın, Pir Sultan'ın... ruhu değil ki!!!
ritüellere, törenlere ve seromonilere sıkışıp kalmış haldeyim... nasıl olurda onlar gibi başkaldırıp isyan edebilirim???

1950 'lerde Musaddık gibi çok mücadele etmeye çalışmıştım oysa...aynı "milli" kavganın "içsel" olanını vermeye çalıştım.... oysa bir Ayetullah...tam da kalbimdeki bir Ayetullah bir dilberin 3-4 öpücüğüne kandı ve bir kaç avuç tümen için sattı bedenini ve ruhunu...şimdi de kalkmış yalnızlıktan ve azad olamamaktan şikayet ediyor!...

Sanırım daha çok Sadık Hidayet okumalıyım...



6 Mayıs 2009 Çarşamba

bu ses...

sabah güneş doğar iken henüz yemiş vermeye başlamış bir dut ağacının altında idim...bir yanımda çürümeye başlamış laleler... diğer yanımda can bulan gül goncaları... bahar gelmişti ve geçmişti. sahi ya şimdi sıra yazda idi...

um khaltoum dinlemeliyim! bu ses ile kendinden geçmiş ve geçecek olanlara katılmalıyım. ardı sıra da sezen aksu... klasiklerin haklarını vermeliyim diye düşünüyorum.

yalnızlık sözlerini tekrar okuyabilir miyim? onu bilmiyorum işte. sanırsam sadece bana neşe veren şeyleri hatırlamak istiyorum. özlem sadece güzellikleri hatırlatıyordu bana...geri kalanları ise silip atıyordu...

ve günler geçiyordu...az kalmıştı ya...

sabır sen ne güzel ilaçsın, bulunman çok zor olmasaydı keşke...

29 Nisan 2009 Çarşamba

Bir yiğit gurbete düşse...

biraz sarsan...düşündürmekten çok hissettiren bir türkü...


Bir yiğit gurbete düşse
Gör başına neler gelir
Sılası fikrine düşse
Yaş gözüne dolar gelir

Kudretten çekilmiş kaşlar
Didemden akıttım yaşlar
Yuvasın terkeden kuşlar
Yuvam diye döner gelir

Emrah'ım der selvi boyun
Huri melek midir soyun
Sürüden ayrılan koyun
Kuzum diye meler gelir

Sâdık Hidâyet ve Um Kalthoum

"bir şeyler yazmak isityordum son günlerde yaşadıklarım ile ilgili...en çok da Sadık Hidayet ile ilgili...bir türlü başlayamadım. ta ki O'nun kadar beni etkileyen bir ŞEY geldi kondu omzuma...fısıldadı efsunlu sözlerini yıllar evvelinden Diva Um Kalthoum...ve başladım yazmaya"

ne okusam diye düşünürken...sağa sola bakınırken... gözüme ve ruhuma ilişen bir kitabını buldum. çokca sıkıntısını ve dertlerini duymuştum Sadık Hidayet'in. Neden intihar etmişti? O kadar aciz ve dayanıksız mıydı ruhu? Yoksa aradığı neydi? Bekleyiş mi? Neyin bekleyişi?

İran'ın o şark kurnazlığı ile dolu dünyasından Paris'in "elitliğine" kaçış da neden? ve kaç kuş uçup havalandı ülkesinden...haberi olmuş olmalı Taogera'nın Hayestan'da gurbet içinde feryat eden papağanından...eğer duymadan, görmeden, okumadan gitti ise... o zaman bizim bütün okuduklarımız boşunadır!

Eğer Mesih çarmıha gerilmedi ise...Eğer o göğe yükselmedi ise...
O zaman bütün o binlerce yıllık teoloji külliyatı, sabahlara kadar süren ruhbanın toplantıları, teoloji ve kelam okulları...ve onların öğrencileri BOŞUNADIR! ABESTİR!

-Hayır!
oysa Sadık Hidayet böyle demezdi. Ona göre...
Eğer ki Mesih tekrar ete kemiğe karışsa ve gelse... dese ki "hepsi hikayelerdi..gördüğüm ve gördüğünüz rüyalardı!...lütfen inanmayın bana! "

Sadık Hidayet: " Hayır! inanıyorum denilenlere...gözlerimi kapadım ve teslimim..."

ruhul kudus'ün feyzi yardım ederse
mesih'in yaptığını başkaları yine yapar...

beyiti ile destek çıktı yüzyıllar ötesinden çiledaşı Şirazlı Hâfız O'na...

onları bir köşede boynu bükük izleyen bağdaş kurmuş biri ilişti gözüme...adını sordum...
Ali dedi...Rebeze çölünde yitirdiğini arıyan Mezinan'lı bir köy çocuğu... eminim Um kalthoum'dan 5 perdeli şarkılar mırıldanıyordu her sabah...yanındaki bir devrik selvi kütüğüne de ben oturdum. elimi omzuna koymak istedim. çekindim. çokca ürktüm...tepemizde uçuşan taogera'nın gurbetteki papağanıydı...

27 Nisan 2009 Pazartesi

geçmiş aklıma misafir olurken

el ele kumsalda gezip birbirimize sevgimizi haykırıyorduk...kalabalıkların içinde kimse anlamıyordu!
hava hep rüzgarlıydı...o ufacık ada da herkes tanımıştı artık bizi. biliyorlardı da oysa...karışmıyorlardı. meyhaneye dönmüş olan bakkal, ufak çorbacı, denize bakan bank vardı..meydanın orta yerinde ... boğaza yol almış tekneleri izlerdik... ada sessiz ve sakindi... günlerce severişirdik oysa...olanca karanlıkta ve sessizlikte sadece yıldızların altında. bunu şarkılarda olan birşey olduğu gerçek olamayacağını düşünürdüm o vakte kadar...boynuma senin yazdığın bir muskayı takmıştım. koruması için değil yahut da unutmamak içinde değil... gecenin bir vakti aklıma gelebildiğine göre unutmamıştım ya!!!!

sen çok uzaklara gittin. benim kanatlarım yoktu ardından gelebilecek. belki o kadar da sevmemiştim diye düşündüm? yoksa sevmiş miydim? fedakarlık yapmış mıydım? aşk neydi? sevmek neydi? tüm bu soruları düşündüm.

bu fikir izdihamının ortasında; yanı başımdaki bir arkadaşım - bütün arkadaşlarım gibi o da yanı başımdaydı- J.P.Satre okuyordu. titredim. kendime gelmek için değil(!)... kitabı üç defa öpüp başıma koydum... ağlamak isterdim... belki yalnızlık sözleri olsaydı yanımda -Ali Mezinani'den- belki ağlardım...en çok ağlarken gitmiş ve giderken ağlamıştım... şimdi ise durup dururken ağlamak?!

Ah! burası Rebeze Çöl'üne de , Ali Mezinani'nin mezarına da ...İstanbul'dan daha yakındı...
Oysa ben kendime çok uzaktım!