22 Kasım 2010 Pazartesi
fikir karmaşası
git, dedi ruhum..
kaçki kurtulasın
ve isyan etki özgür olasın
huzur isyandadır!...
sağ elimin parmakları bir bir nasır tutardı ve bereketli otları biçerdik
yarın hep en güzeli idi...hala öyle..
şimdi kadehimdeki şarap bitti
peynir kırıntıları masanın üzerinde
Musa söyle! ne var dilinin ve asanın üzerinde?
nil neresi? hani firavun nereden gitti?
kaç kafile geçti içimden
ve kaç firavun boğuldu gece düşlerimde...
ve ali...
yusuf medresesinde kalbim
yalnız...
öylesine bir şeydir ki bu yalnızlık...Allah'ın dahi terk ettiği....
yazdım ve sildim.
bana şehvet ile yaklaşan elden
psikolojik bir tanıdan
gömleğimin hiç yırtılmamış olmasından...
burayı okuyan gözleri yaşartmamak,
ruhları asabiyeye sevk etmemek
için sildim...
ve bildim
bir ruhun nasıl delire bileceğini..
damardan, üç duvar bir balkon yalnızlığın gece ne kadar da özlenen birşey olduğunu...
neden böyle yapıyorum..sağlıklı iken unutuyorum...yalnızlığımla mutluyum
hastalandıkça hatırlıyorum yalnızlığımı
en büyük yalnızlıklar hastanelerdedir...
zira hasta acısı ile başbaşadır
ben de...
şehir elini eteğini çekince,
bütün karmaşası bitince martıların, vapurların, insanların ...
gece çöktüğünde sokağa...
başbaşa kalıyorum
odam hariciye koğuşlarından bir koğuş...
aynaya bakıyorum
yaşayan bir ölü görüyorum
hayvan gerisine saklanmış bir ruh...
dünyanın telaşına kaptırıp gitmiş kendini...güruh...
almış arasına
bira kokusu, şarap tadı ve vay anasına...
insan insanı yer bitirir olmuş.
ne diyordum..yani gece
karanlık...ve sis...
şaraba ve peynire gizlenmiş ne kadar tad var ise
zahide helal kıl
zira şiir rızkıdır şairin
ve en büyük nimet akıl
kıvrımlarındadır mısralarının
senden izler yoksa boştur sözler sevgilim...
tekrar denedim....
tekrar anladım.
...
hani ben 5 yaşındamıydım neydi...
yağmur yağarken kaçmıştım baba hatırlarsın değil mi?
dilimde hep söylediğin şiirler, hani annem geleydi
beni bulaydı
..
sen yine olmaz demiştin
baktığında gözlerimin içine...
ben yine yine doğruyu söylerdim
kalbimden geçeni bilirken...
dilimden mi senden mi gizleyeceğim?
koca bir kuş başını kuma gömmüş
baba....
özledim seni
nutkumun tutulmasını
dizlerinden dünyayı seyretmeyi
ve beş yaşımı...
29 Ekim 2010 Cuma
tesbih, ateş ve derviş
çok kelime var dilimde ey sözlük... ve gecenin saat 02.00 si olmuş. aklımda hep yalnızlık sözleri...tenhada hissedilmiş ne kadar pis duygu varsa...eskiden karşımdaki insanlara kızardım. artık kendime küfürlerim...
tesbihi tutan elim
ahşabın donuklaşmış hali idi dua da
ve ışık,mumlar dolusu akarken demin
damarlarından yatağına
kirletirken namussal oyunlar ile kendini
en çok aklın sağlığında
ve yahut döşeğinde ölümün
son hıçkırık...
penceremin buğusuna
çocukça yazdım...
alnımın yazısına...
"hiç" deyip durdum.
"Hak" dedi dilim
ve çarpar kalbim...
şimdi devir ey çocuk...
Antony & The Johnsons yahut Itri dinleme zamanıdır
madem gecedir
ya sevişilir ya secde edilir bu vakitte
yağmur tekrar tekrar yağacak...
fiyatları düşsün diye raflardaki sebzelerin
ve prof.dr. bilmem kim...
yırtacak bütün tezlerini
kulak kesilecek koca karıların sözlerine
terk edecek vali konağını
ağa çiftliğini
öğrenci kitabını
vaiz kürsüsünü
fahişe "mektebini"
eşkiya kervanını ...
terk edecek
düşecek peşine bir muştunun...
"hiç" diyecek Galip Dede...
ve Hallac-ı Mansuru bir kez daha anlatacak babam...
tabutlar boşa kalkacak dünyadan
yeniden can bulacak 21. yy. da derviş
alış veriş merkezlerinden kovulacak Meryem...
çarmıhtan kurtaracak Ruh-ul Kudsün oğlunu....
uçacak keder, uçacak elem..
"elem neşrahleke..." tekrar salınacak minarelerinden
kisra yıkılır..çatlamış duvarlarda ki ölçeği kaçtır depremlerin
kaç kişi iman edecek havarilerinden?
teknisyenler mi incelmeli ve öyle mi iman etmeliyiz?...
yani Ruhul Kuds tekrar gelecek
ve tekrar gidecek
ve Ali...
binbir kıyafet değiştirecek...
derviş secde de son bekleyişinde
....
tesbihi tutan elim
ahşabın donuklaşmış hali idi dua da
ve ışık,mumlar dolusu akarken demin
damarlarından yatağına
kirletirken namussal oyunlar ile kendini
en çok aklın sağlığında
ve yahut döşeğinde ölümün
son hıçkırık...
penceremin buğusuna
çocukça yazdım...
alnımın yazısına...
"hiç" deyip durdum.
"Hak" dedi dilim
ve çarpar kalbim...
şimdi devir ey çocuk...
Antony & The Johnsons yahut Itri dinleme zamanıdır
madem gecedir
ya sevişilir ya secde edilir bu vakitte
yağmur tekrar tekrar yağacak...
fiyatları düşsün diye raflardaki sebzelerin
ve prof.dr. bilmem kim...
yırtacak bütün tezlerini
kulak kesilecek koca karıların sözlerine
terk edecek vali konağını
ağa çiftliğini
öğrenci kitabını
vaiz kürsüsünü
fahişe "mektebini"
eşkiya kervanını ...
terk edecek
düşecek peşine bir muştunun...
"hiç" diyecek Galip Dede...
ve Hallac-ı Mansuru bir kez daha anlatacak babam...
tabutlar boşa kalkacak dünyadan
yeniden can bulacak 21. yy. da derviş
alış veriş merkezlerinden kovulacak Meryem...
çarmıhtan kurtaracak Ruh-ul Kudsün oğlunu....
uçacak keder, uçacak elem..
"elem neşrahleke..." tekrar salınacak minarelerinden
kisra yıkılır..çatlamış duvarlarda ki ölçeği kaçtır depremlerin
kaç kişi iman edecek havarilerinden?
teknisyenler mi incelmeli ve öyle mi iman etmeliyiz?...
yani Ruhul Kuds tekrar gelecek
ve tekrar gidecek
ve Ali...
binbir kıyafet değiştirecek...
derviş secde de son bekleyişinde
....
13 Ekim 2010 Çarşamba
gelsen ve ben dokuz yaşımda
gelsen
ve ben tekrar dokuz yaşımda olsam
çizgi filmler, minik legolarım ve düldül...çok şey olsa benim için
sıkılsada minik canım korkudan karışık saygıdan diz çöküp otursam
bir dizine abimi ötekine beni oturtsan...yani o kadar minik olabilsem
şimdi koca adam ayakkabıları giyiyor ben...
ayaklarından öpmek için eğilsem
yücelsem
ve gelsen
ve ben tekrar dokuz yaş masumiyeti...
hani okuyabiliyorken bakkaldaki çikolata markalarını
ve susturacak kadar başkalarını
...
hani yürümüştük...gün nasılsa sıcaktı...
çok paramız yoktu. ben bilmezdim gerçi
varı yoğu...
sen vardın.
hani gelirdin zaten.
en zengin sendin hep gözümde en başından itibaren
az ben
çok sendin
üşüyen ben
ısıtan sendin
uyursanarlardı seni
kızardım..hem de çok ben!
polisler gelmişti...hem görmüştüm ben...
götürürler miydi?hani o kötü adamlar ...heryerdeydi
bir seni yanında yoktu
korkmuştum.oysa boşunaymış. o kalbe bu çoktu...
sen gelsen
ve ben dokuz yaşımda
....susssam.
ve ben tekrar dokuz yaşımda olsam
çizgi filmler, minik legolarım ve düldül...çok şey olsa benim için
sıkılsada minik canım korkudan karışık saygıdan diz çöküp otursam
bir dizine abimi ötekine beni oturtsan...yani o kadar minik olabilsem
şimdi koca adam ayakkabıları giyiyor ben...
ayaklarından öpmek için eğilsem
yücelsem
ve gelsen
ve ben tekrar dokuz yaş masumiyeti...
hani okuyabiliyorken bakkaldaki çikolata markalarını
ve susturacak kadar başkalarını
...
hani yürümüştük...gün nasılsa sıcaktı...
çok paramız yoktu. ben bilmezdim gerçi
varı yoğu...
sen vardın.
hani gelirdin zaten.
en zengin sendin hep gözümde en başından itibaren
az ben
çok sendin
üşüyen ben
ısıtan sendin
uyursanarlardı seni
kızardım..hem de çok ben!
polisler gelmişti...hem görmüştüm ben...
götürürler miydi?hani o kötü adamlar ...heryerdeydi
bir seni yanında yoktu
korkmuştum.oysa boşunaymış. o kalbe bu çoktu...
sen gelsen
ve ben dokuz yaşımda
....susssam.
6 Ekim 2010 Çarşamba
bir gün tüm yıldızlar dökülür yere
bir gün tüm yıldızlar dökülür yere
sanma kıyamettir.
aşık olmuşsundur sadece var yahut yok yere
sanma cinayettir
yalnız kalmışsındır
üç duvar bir pencere arası.
sokak soğuktur artık
yaz bitmiştir
son baharında bu yılın götün yedi ise aşık olmuşsundur
en iyimser hal sevmişsindir
sanma kıyamettir.
aşık olmuşsundur sadece var yahut yok yere
sanma cinayettir
yalnız kalmışsındır
üç duvar bir pencere arası.
sokak soğuktur artık
yaz bitmiştir
son baharında bu yılın götün yedi ise aşık olmuşsundur
en iyimser hal sevmişsindir
27 Eylül 2010 Pazartesi
sahi eskiden aşık olurdum ben güzel günlerdi.
"yalnızlığa ne kadar alıştığımı fark ettim. bu kadar rahat beni rahatsız etti..."
"belki evlenmeliyim diye düşündüm..-taşaklı bir kızla- "
"kazancı bedih dinlemeye devam ediyorum...ne hoş söylüyor rahmetli... -evladı ayan seni hep varlıkta över ..."
ve pazartesi sendromu bir demet...
SAHİ ESKİDEN AŞIK OLURDUM BEN...GÜZEL GÜNLERDİ...
"belki evlenmeliyim diye düşündüm..-taşaklı bir kızla- "
"kazancı bedih dinlemeye devam ediyorum...ne hoş söylüyor rahmetli... -evladı ayan seni hep varlıkta över ..."
ve pazartesi sendromu bir demet...
SAHİ ESKİDEN AŞIK OLURDUM BEN...GÜZEL GÜNLERDİ...
15 Eylül 2010 Çarşamba
delik deşik bir kalp, ney gibi
nedenleri sorgularken fark ettim...kalbim delik deşik hale gelmiş. geçmişte ne fedakarlıklar yapmış veşimdi elinde ne var...bunu sorguluyor. gece yalnız kaldığımda, ofisten, merketten, sokaktan, insanlardan, kendimden...hepsinden kendime kaldığımda! yani tenha da...yatağımda...anlıyorum hem de çok iyi...
kalbime tecavüz edilmiş hem de defalarca, sinir krizleri arasında...adına aşk demişler...bu sokağın başında beklemiştim saatlerce, anne ve babama anlatamamıştım sebebini..annem "sen aşıksın galiba" diye üstelerdi... yok artık öyle bir halim...olamıyorum kalp delik deşik edilmiş... baba!!!!
kalbin mescidinde secde edilecek bir karış yer kalmamış, emevi süvarilerinin atları pislemiş...adı talan..yalan..
kaçmışım, en sonunda kaçmakta ve alttan girip üstten çıkan söz oyunlarında bulmuşum felahı...oysa nasıl da nutkum kesilidi
"bütün dillerde fasihim, bir senin şimalini tasvirde suskun..."
olmuyor, bakışlarım değişemiyor, kalbim farklı çarpamıyor...aşk burada oturmuyor, zira dudaklarımda öpecek bir milim yer kalmamış...kirlenmiş...minber kırılmış...dedim ya bir karış yer kalmamış.
artık ritim de atlamıyor kalbim...yerinde bulamadılar. yok'muş... hani bir varmış bir yokmuş...
ilandır...kalbime tecavüz edilmiş, delik deşik...iki küfür geliyor aklıma kulaklarımda asılı kalmış...dilimin ucunda ne kelimeler vardır oysa, bileklerimin ucunda ne yumruklar vardır...sinir krizlerinde indirmem gereken sevdiğimin suratına..
onu alıp sallamalı, saçlarından tutup kafasını duvara vurmalıyım... kanarken kaşlarında açılan bir yarık, yüzüne tükürüp hakaretler etmeliyim... en son elimi böğrüme atıp kalbimi söküp suratına fırlatmalıyım..o ise aç köpekler gibi...yüreğimi yemeli...ah!...Hind...ve Vahşi....
Uhud'un gölgesi ne tarafa vurur söyle ey kalbim...
bir mızrak saplaması mıdır beklediğin
temizleyecek olan Peygamber mescidini
ve yüreğimi...
ne türküler vardır bilirim söylediğin
sinir krizi nöbetlerinde 4-6...
sabah yine aynı güne uyandı..08.15 vapurunda bir simit ve ıhlamur ile...başlar iken gün, radyo da aynı haberler...ve tını..
"...
kimseler beni dinlemez
bari sen dinle yüreğim
rüyalar bile terk etti
bari sen gitme yüreğim..
.."
kalbime tecavüz edilmiş hem de defalarca, sinir krizleri arasında...adına aşk demişler...bu sokağın başında beklemiştim saatlerce, anne ve babama anlatamamıştım sebebini..annem "sen aşıksın galiba" diye üstelerdi... yok artık öyle bir halim...olamıyorum kalp delik deşik edilmiş... baba!!!!
kalbin mescidinde secde edilecek bir karış yer kalmamış, emevi süvarilerinin atları pislemiş...adı talan..yalan..
kaçmışım, en sonunda kaçmakta ve alttan girip üstten çıkan söz oyunlarında bulmuşum felahı...oysa nasıl da nutkum kesilidi
"bütün dillerde fasihim, bir senin şimalini tasvirde suskun..."
olmuyor, bakışlarım değişemiyor, kalbim farklı çarpamıyor...aşk burada oturmuyor, zira dudaklarımda öpecek bir milim yer kalmamış...kirlenmiş...minber kırılmış...dedim ya bir karış yer kalmamış.
artık ritim de atlamıyor kalbim...yerinde bulamadılar. yok'muş... hani bir varmış bir yokmuş...
ilandır...kalbime tecavüz edilmiş, delik deşik...iki küfür geliyor aklıma kulaklarımda asılı kalmış...dilimin ucunda ne kelimeler vardır oysa, bileklerimin ucunda ne yumruklar vardır...sinir krizlerinde indirmem gereken sevdiğimin suratına..
onu alıp sallamalı, saçlarından tutup kafasını duvara vurmalıyım... kanarken kaşlarında açılan bir yarık, yüzüne tükürüp hakaretler etmeliyim... en son elimi böğrüme atıp kalbimi söküp suratına fırlatmalıyım..o ise aç köpekler gibi...yüreğimi yemeli...ah!...Hind...ve Vahşi....
Uhud'un gölgesi ne tarafa vurur söyle ey kalbim...
bir mızrak saplaması mıdır beklediğin
temizleyecek olan Peygamber mescidini
ve yüreğimi...
ne türküler vardır bilirim söylediğin
sinir krizi nöbetlerinde 4-6...
sabah yine aynı güne uyandı..08.15 vapurunda bir simit ve ıhlamur ile...başlar iken gün, radyo da aynı haberler...ve tını..
"...
kimseler beni dinlemez
bari sen dinle yüreğim
rüyalar bile terk etti
bari sen gitme yüreğim..
.."
14 Eylül 2010 Salı
sabır taşı ve bekleme molaları...
"çatlarken sabır taşı
dert hayat arkadaşı..." Ö.K.
epeydir yazamıyorum,
kalemim sağlam; ellerim ise kırıktır
kalbim hastalığa yakalanmış
eyyam-ı siyam ise geçmiştir..
gelen ize hazandır şimdi sarı sarı yapraklar sallanmış
ağaçlarında bahçenin
...
"ve düşmek..."
ne büyük bir yükseliştir kimi düşmeler, nasıl anlatacağım bu çağın insanına ve en başta kendime mohr...ah mohr...ne kadar manalıdır... düşürmek anlı mohr'a...ıslanması ter ile; kan ile evvelce ıslanmış toprağın...
zira ben - ki anlatmaya hevesli ben- dili düğümler dolusu yaradır artık. taştan bir adam, mani, yasak, suç, günah...
"nehirler düşlerim göl kenarında"
düşerken düşlemek ...
işte mesele bu olmalı
bunaldım...sıkıldım çokca
en çok kalbimdeki spazmlardan
ve ilacı, doktoru, eczacıyı...reçeteleri ve tahlilleri elimin tersi ile ittim
"babamın gölgesi koruyor beni
oh ne güzel şehir bu eski şehir"
ve babamın gölgesini aramaya koyuldum.
güneşin altında...
temmuzun ve ağustosun sıcağında,
yelkovan akrepler kıskacında
umut en son menzil
kaf dağının arkası
iki insan arası
....
yetmiyor hiç bir şiir ve şair...
Ali Mezinani'nin kitapları mahsun mahsun bakıyor bana, kütüphanem 2 aydır uzaktadır benden; ben ise S'abe gibi çiftleştiriyorum koyunları ve koçları...benim boyumdan aşan sürüler geçiyor...kaçıyorum köşe bucak...eski konuşmalarım gelip beni bulmasın diye...saatlerce adaletten, metaryalizmden, küfürden ve şirkten konuşurdum oysa... bıktıran, yıldıran konuşmalar.. belagat parçacıkları...vaiz küskün ve bitkindir...zira minberden kovulmuştur
"esir olmuş , bileklerimiz elimiz ayağımız
esir olmuş gören gözümüz, işiten kulağımız
alıp güneşi götürmüşler burdan uzaklara
küçümen çocuklarımızı komuşlar hep güneşsiz..."
bir kalem kırılma sesi duyuldu
siyer kitaplarındaki harflerin gittikçe silindikleri gözlemlendi...
14 Eylül 2010 - İstanbul
dert hayat arkadaşı..." Ö.K.
epeydir yazamıyorum,
kalemim sağlam; ellerim ise kırıktır
kalbim hastalığa yakalanmış
eyyam-ı siyam ise geçmiştir..
gelen ize hazandır şimdi sarı sarı yapraklar sallanmış
ağaçlarında bahçenin
...
"ve düşmek..."
ne büyük bir yükseliştir kimi düşmeler, nasıl anlatacağım bu çağın insanına ve en başta kendime mohr...ah mohr...ne kadar manalıdır... düşürmek anlı mohr'a...ıslanması ter ile; kan ile evvelce ıslanmış toprağın...
zira ben - ki anlatmaya hevesli ben- dili düğümler dolusu yaradır artık. taştan bir adam, mani, yasak, suç, günah...
"nehirler düşlerim göl kenarında"
düşerken düşlemek ...
işte mesele bu olmalı
bunaldım...sıkıldım çokca
en çok kalbimdeki spazmlardan
ve ilacı, doktoru, eczacıyı...reçeteleri ve tahlilleri elimin tersi ile ittim
"babamın gölgesi koruyor beni
oh ne güzel şehir bu eski şehir"
ve babamın gölgesini aramaya koyuldum.
güneşin altında...
temmuzun ve ağustosun sıcağında,
yelkovan akrepler kıskacında
umut en son menzil
kaf dağının arkası
iki insan arası
....
yetmiyor hiç bir şiir ve şair...
Ali Mezinani'nin kitapları mahsun mahsun bakıyor bana, kütüphanem 2 aydır uzaktadır benden; ben ise S'abe gibi çiftleştiriyorum koyunları ve koçları...benim boyumdan aşan sürüler geçiyor...kaçıyorum köşe bucak...eski konuşmalarım gelip beni bulmasın diye...saatlerce adaletten, metaryalizmden, küfürden ve şirkten konuşurdum oysa... bıktıran, yıldıran konuşmalar.. belagat parçacıkları...vaiz küskün ve bitkindir...zira minberden kovulmuştur
"esir olmuş , bileklerimiz elimiz ayağımız
esir olmuş gören gözümüz, işiten kulağımız
alıp güneşi götürmüşler burdan uzaklara
küçümen çocuklarımızı komuşlar hep güneşsiz..."
bir kalem kırılma sesi duyuldu
siyer kitaplarındaki harflerin gittikçe silindikleri gözlemlendi...
14 Eylül 2010 - İstanbul
27 Temmuz 2010 Salı
kendine kaçış
kendimden kendime kaçarken ...gün nasılda bitiyor..
güzel bir çift söz duymak, serin bir vişne şerbeti içmek, hafif bir tebessümle izlemek şehrin ışıklarını bir fesleğenin arkasından...ve zaman akıp giderken...hem de akrepten ve yelkovandan daha hızlıca....beklemek balkonlarda...karı-koca kargaları dinlemek gibi...şehrin gürültüsü, martı sesleri, uzaktan bir motor geçiyor, bir siren ve vapur son kez son seferine niyetleniyor...
ter kokusu siniyor gömleklerine erkeklerin, kadınlar son epilasyonlarını yaptırmış yazın ortası temmuzdur aylardan nede olsa..kimsenin ne adet geçirmeye tahammülü vardır, ne de beklense de beklenmedik olan başka bir şeye...göz göre göre yaptıklarımızdır aslında süprizler...ve ne yaşadı isek ettiğimiz dualardır kalbimizden...
komşular ...
evet komşular ne kadar çok konuşuyorlar. benim tek kişilik evimde ses sadece ya müzik setinden, ya sehpanın üzerindeki neyden gelir...makinalara tahammül edemiyorum zira şu aralar...
uçaklar geçiyor tepemden...moda sahili beni çağırıyor ufaktan..şimdi sahi ne dinlemeli yoğun geçen günün ardından? jazz diyor içimden bir kıpırtı..öte yanım alabildiğine ala turka...sahi bir umut?
o da yarın geliyor
ve yalnızlık tütsüsündeki son demler midir?
o da biliyor
o da bitiyor
oda üstüem üstüme geliyor
dört duvarına da yalnızlık yazılmış
ve alnımdaki bulanık yazı
kadere
kaygılı bir bakış
umutlu dualar
dün geceden beraatlar...amin
o da yarın geliyor.
güzel bir çift söz duymak, serin bir vişne şerbeti içmek, hafif bir tebessümle izlemek şehrin ışıklarını bir fesleğenin arkasından...ve zaman akıp giderken...hem de akrepten ve yelkovandan daha hızlıca....beklemek balkonlarda...karı-koca kargaları dinlemek gibi...şehrin gürültüsü, martı sesleri, uzaktan bir motor geçiyor, bir siren ve vapur son kez son seferine niyetleniyor...
ter kokusu siniyor gömleklerine erkeklerin, kadınlar son epilasyonlarını yaptırmış yazın ortası temmuzdur aylardan nede olsa..kimsenin ne adet geçirmeye tahammülü vardır, ne de beklense de beklenmedik olan başka bir şeye...göz göre göre yaptıklarımızdır aslında süprizler...ve ne yaşadı isek ettiğimiz dualardır kalbimizden...
komşular ...
evet komşular ne kadar çok konuşuyorlar. benim tek kişilik evimde ses sadece ya müzik setinden, ya sehpanın üzerindeki neyden gelir...makinalara tahammül edemiyorum zira şu aralar...
uçaklar geçiyor tepemden...moda sahili beni çağırıyor ufaktan..şimdi sahi ne dinlemeli yoğun geçen günün ardından? jazz diyor içimden bir kıpırtı..öte yanım alabildiğine ala turka...sahi bir umut?
o da yarın geliyor
ve yalnızlık tütsüsündeki son demler midir?
o da biliyor
o da bitiyor
oda üstüem üstüme geliyor
dört duvarına da yalnızlık yazılmış
ve alnımdaki bulanık yazı
kadere
kaygılı bir bakış
umutlu dualar
dün geceden beraatlar...amin
o da yarın geliyor.
18 Temmuz 2010 Pazar
gitmek...
ebu hayseyeme'nin hoş bahçesidir şimdi balkonlarımız
ve hurmalıklar yerini süper marketlerin reyonları ile değiştirmiştir
yüzyıllar 21 iken
tahammülümüz yoktur kendimize bile
eski şiirler okuyoruz tekrar kendimize gelebilmek için
eskiyi karıştırıyor "akademia"
aşk labaratuvarlarda hep bilebilmek için
kimin kimi sevdiğini...
atsam kendimi balkondan
ebu hayseme'nin hurmalıkları bırakıp kaçtığı gibi
düşsem tebük'sel bir yola
babamın gözümü ve kalbimi açtığı gibi...
beden...sen en olur ruhu biraz daha oyala
yok...
düşer umutlarım artık
asansör boşluklarına...
ve hurmalıklar yerini süper marketlerin reyonları ile değiştirmiştir
yüzyıllar 21 iken
tahammülümüz yoktur kendimize bile
eski şiirler okuyoruz tekrar kendimize gelebilmek için
eskiyi karıştırıyor "akademia"
aşk labaratuvarlarda hep bilebilmek için
kimin kimi sevdiğini...
atsam kendimi balkondan
ebu hayseme'nin hurmalıkları bırakıp kaçtığı gibi
düşsem tebük'sel bir yola
babamın gözümü ve kalbimi açtığı gibi...
beden...sen en olur ruhu biraz daha oyala
yok...
düşer umutlarım artık
asansör boşluklarına...
13 Temmuz 2010 Salı
kaç
kaç git ruhum
bedeni terk etmeden gitmek istediğin kaç ülke varsa..
kaç sınır varsa...
kaç...
ardından kovalayacak olan
bilincinin altına süpürdüklerindir
çarşafına sinen koku?
hangi bedenindir?
yok olmak var olmanın bir parçası
yalnızlık ...
hangi ah'ın kancası?
rıhtımda bekleyen
dört duvar bir balkona hapsolmuş "ben"...
aşk tırmanır duvarlardan
ekmek ay başlarında kovalanırken...
market raflarında en güzel vücut...
iştahın sonu sükut...
doğar güneş pencerelerden
aşk kapı aralıklarına sıkışmışken...
kaç kurtul beden...
20 Haziran 2010 Pazar
yaz'sal sıkıntılar
yazsın, susuzluğun ve kalbin sıkıntısı...
fazla mıdır artık 21.yy insanına?
güzellik salonlarından mı çıkacaktır Leyla?
nice rubai kısa mesajlara hapsolmuş...
nice gömlek muhtaç aşkına Züleyha!
zincirler çıplak bedenlere inmiyor artık
en güzel fabrikalarında dokunmuş en uzak doğunun
en uzak batılarında basılmış marka t-shirt'lere iniyor
çocuklar unutmuş adını kanın, sıcağın, soğuğun...
ruz-i hani'ler hoparlörlerden dinleniyor, göz yaşları ile!
kalın siyah kocaman gözlükler ardından...
ince kalem gibi alınmış kaşları ile
narin parmakları...gülüyor matemler ardından
ve çok seviyor italyan makarnasını çocuk
aşıklar artık istemiyor Şiraz'da, İsfehan'da, İstanbul'da
yahut Bander Abas'da ; en olmadı Beyrut limanında buluşmayı...
Paris ah Nice!...Kocaman gökdelenleri arasına sıkışmış
en duygusalı barok binaları arasında alışmış...
metal kuşlar daha iyi uçsun diye çıkıyor petrol...
yusuf'u kurtaracak kervanlar taşımıyor artık onu
taşıyor ve boğuluyor...Kenan soyu...
ne demiştik...limanlar ve kentler...
ne dış dışalardır artık en iç içe...
bu yüzyılın kavgası ekmektir
puslu tarihte kalan sevmektir...
varsa yoksa bilmektir...
hangi cafe'nin kahvesi en güzel; hangi marka bira daha makbul...
ayinlerden, namazgahlardan, çeşmelerden, iskelelerden bahsetmek...
ah ne abes...
yaz'sal sıkıntılardır...
ruzi hani'ler isviçre çikolataları yenirken dinlenir olmuş
baldırı çıplak koca adamlarca...
eski acılar zevk veriyor
taki... yaşanana değin tekrarlarca...
fazla mıdır artık 21.yy insanına?
güzellik salonlarından mı çıkacaktır Leyla?
nice rubai kısa mesajlara hapsolmuş...
nice gömlek muhtaç aşkına Züleyha!
zincirler çıplak bedenlere inmiyor artık
en güzel fabrikalarında dokunmuş en uzak doğunun
en uzak batılarında basılmış marka t-shirt'lere iniyor
çocuklar unutmuş adını kanın, sıcağın, soğuğun...
ruz-i hani'ler hoparlörlerden dinleniyor, göz yaşları ile!
kalın siyah kocaman gözlükler ardından...
ince kalem gibi alınmış kaşları ile
narin parmakları...gülüyor matemler ardından
ve çok seviyor italyan makarnasını çocuk
aşıklar artık istemiyor Şiraz'da, İsfehan'da, İstanbul'da
yahut Bander Abas'da ; en olmadı Beyrut limanında buluşmayı...
Paris ah Nice!...Kocaman gökdelenleri arasına sıkışmış
en duygusalı barok binaları arasında alışmış...
metal kuşlar daha iyi uçsun diye çıkıyor petrol...
yusuf'u kurtaracak kervanlar taşımıyor artık onu
taşıyor ve boğuluyor...Kenan soyu...
ne demiştik...limanlar ve kentler...
ne dış dışalardır artık en iç içe...
bu yüzyılın kavgası ekmektir
puslu tarihte kalan sevmektir...
varsa yoksa bilmektir...
hangi cafe'nin kahvesi en güzel; hangi marka bira daha makbul...
ayinlerden, namazgahlardan, çeşmelerden, iskelelerden bahsetmek...
ah ne abes...
yaz'sal sıkıntılardır...
ruzi hani'ler isviçre çikolataları yenirken dinlenir olmuş
baldırı çıplak koca adamlarca...
eski acılar zevk veriyor
taki... yaşanana değin tekrarlarca...
10 Haziran 2010 Perşembe
uzun bir aradan sonra....
dünyanın bin bir telaşına düşmüşken bir nefes alma fırsatı bulduğumda...yani TV'nin kumandasını elime almayı başarabildiğimde gördüklerim ...duyduklarım....
boş ver yazmayacağım...ne katledilmiş bebeklerden, ne yıkılan evlerden, ne aç bırakılan insanlardan, ne sağlık ve eğitim hizmeti almamış yoksullardan, ne işkence çeken suçsuz mahkumlardan, ne işgal edilmiş topraklardan, ne zulümden , ne mazlumdan.... durdurulan yardım konvoylarından, iki yüzlü yönetimlerden vs vs....
hiç birinden bahsetmeyeceğim...sadece bed-dualarımda aminden bir kaç kelime evvelinde kendilerine yer bulacaklar; beyni, bedeni, kalbi satılmış olanlara...hala bana dokunamyan yılan bin yaşasın diyenlere....
ve bütün bunlar olurken bir kez olsun dönüp bakmayanlara, yoksayma fiilini kendilerine kalkan benimsemişlere...neler yazmalı, neler söylemeli? kaç fosfor bombası daha patlamalı ki açılmalı gözler?....hayat sadece kendi minicik dünyamızdan mı ibaret?...
boş ver yazmayacağım...ne katledilmiş bebeklerden, ne yıkılan evlerden, ne aç bırakılan insanlardan, ne sağlık ve eğitim hizmeti almamış yoksullardan, ne işkence çeken suçsuz mahkumlardan, ne işgal edilmiş topraklardan, ne zulümden , ne mazlumdan.... durdurulan yardım konvoylarından, iki yüzlü yönetimlerden vs vs....
hiç birinden bahsetmeyeceğim...sadece bed-dualarımda aminden bir kaç kelime evvelinde kendilerine yer bulacaklar; beyni, bedeni, kalbi satılmış olanlara...hala bana dokunamyan yılan bin yaşasın diyenlere....
ve bütün bunlar olurken bir kez olsun dönüp bakmayanlara, yoksayma fiilini kendilerine kalkan benimsemişlere...neler yazmalı, neler söylemeli? kaç fosfor bombası daha patlamalı ki açılmalı gözler?....hayat sadece kendi minicik dünyamızdan mı ibaret?...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)