10 Ocak 2010 Pazar

zikir, requiem ve golgota


Canan gereksen
Vuslat dilersen
Çal tatlı nefsen
Seyf-i Celali

Aşık Yunus


Öfken seni yenmiş. Kalın duvarlar örmüşsün etrafındakilere, ve o sonu gözükmeyen burçlardan -asla fil dişi kuleler değil onlar- küçümseyici nazarlar fırlatmışsın...Takılıp kalmış tevazu kalkanlarına , merhamet ordularınn...

Ve kuşatılan her direniş gibi, merhametten habersiz.... Kibir doludur yüksek surlar gerisindeki her savunma. Korkaktır. Düşmanı ile karşılaşmaktan...Merhamete çarpınca çözülür ben'lik ...

...amin için son kupleyi bekledi derviş
"de ki kimdir o merhamet ile bekleyen?"
mozart'tan sesler yükseldi ardı sıra
kafamın içinde uğultular, hiç susmayı bilmeyen!
dualar ve aminler...
zikir
requiem
ve golgota...
teşekkürler..."





5 Ocak 2010 Salı

unutmam lazım...kaçmam lazım



suçum bilmediklerimi merak etmek ...
sünger gibi emmek öğrendiklerimi......

şimdi ki aklım olsa...
odama bir kütüphane değil bir gardrop alırdım
içini kitaplar değil... adını bir türlü öğrenemediğim, öğrensem de dilimin dönmediği markaların en son (ve o hiç bitmeyen en leri) model kıyafetleri ile doldururdum...sahafların tozlu raflarında kaybettiğim vakti, barlarda geçirirdim. içki ve sigara kullanmamak üzere söz de vermezdim...
müzik zevkim için plakların, değişik dünya tınılarının peşinden koşmak yerine; gündelik mevsimlik -kullan/at- pop parçaları ile yetinirdim... ana haber bültenlerindeki duygusal masturbasyon için show-business olarak çıkartılan hasta, kimsesiz, fakir rollerindeki insanlara ağlardım... gülmek için ise alel ade bel altından savrulmuş kelimeler benim için yeterli olurdu....
en yakın arkadaşımı "naber lan şefersiz, onun bunun çocuğu" diyerek yavşakça sırıtarak çağırdıktan sonra - ele ense göte parmak - muhabbetler ile geçiştirirdim günümü...
gecelik zevkler yaşadığım insanlara kullan at kağıt mendil muamelesi yapar; kimsenin dertlerini dinlemek için vakit ayırmazdım....
her gün babamın karşısına dikilir ondan harçlık isterdim...yahut biraz zengin orta yaşlı birini bulup; onun sırtından geçinmeyi denerdim...
kulaklarımı dünyaya tıkar, posta gazetesini her sabah  tuvalette  okur ve orada öğrendiğim 3-5 cümle ile orada burada harikalar yaratan biri olurdum...
haberdar olmamanın, bilmemenin, görmemenin...keyfini çıkartırdım...yaşım 40 lara geldi mi bir de sevgili (ki bu sevgili hayatında baba rolü silikleşmiş yahut hiç olmamış aslında sevgiliden çok bir baba arayan biri olurdu ; onun bu yönünü sömürürdüm) edinir -ki büyük ihtimal yaşça benden küçük biri olur- onun ile gençleşir, günah çıakrtırdım...bu esnada tatmin ettiğim cinsel hazlarımın sınırı da olmazdı haliyle...
ve bütün bunları yapınca kitlenin içinde gayet mutlu yaşayan biri olurdum...

ya en olmadı...az biraz ineklik edip bir bilimsel disiplin öğrenirmiş gibi yapıp..bir lisans /bir yükek lisans diploamsı bulup buluşturup ; sırf o bildiğim konuda herkesin resmen kafasını s*kerdim... o konu da tek otorite olduğuma kendimi de inandırırdım... sürekli insanlar benim kıymetimi bilemiyor...ah bir öğrense atomu ikiye bölüyorum oysa...havlarında olurdum. egosal tatminlerim ile beyinsel orgazmlar yaşardım... bu öğrendiğim bilgileri de onun bunun kafasına savurur, böylelikle başkalarını ezerdim...
"en iyisini ben bilirim" cümlesinin gerisinde o ön yargı duvarlarının gölgesinde rahat bir yaşam sürerdim...
bir konuda eksiği olan insanları kınar ; anlaşılmaz olarak konuşmayı marifet sayardım...
insanları anlamak gibi vakit kayıplarım olmazdı...ön yargılarım ve o -derin- hislerim bana herşeyi bir bir anlatırdı zaten...herkesin bakışından bile anlardım "ne mal" olduğunu..hali ile zihnimi meşgul etmezdim böyle gereksiz şeylerle...

....oysa ben bunların hiç birini yapmadım...

2 Ocak 2010 Cumartesi

eski günler olur ya...


özgürlüğü beklerken o seni kıskacına alır ve başını döndürür...

eski günler,
şimdi ise özgürlük! ne büyük tutsaklıktır oysa...
aşk? yaşamaktan daha iyi olan aşk? hep uzakta erişilmez olan...uyuşulmaz olan, kaçınılmaz olan aynı zaman da... acı, işkence... aşk iki ruhun intiharıdır.
bunları yazsam da...
eskilere cevaplar, yenilere temenniler...aminler ve dualar gibi...
pervane ile ateş
mevlana ile şems
...
ben ile kim?
kim ile ben?
adımı silip yanına ne yazacağım...her defasında kendime kızacağım...uslanacağım günü bekleyeceğim...hep eski günler gelecek aklıma...

uzattığım ellerimi teptiler ...
şimdi ben ellerden kaçıyorum...odama, yatağıma, masama, sandalyeme...
"ben de ki suzi dil var mıdır acep,
tutuşup can veren pervaneler de?"
ateş pervaneye koşar...pervane ondan kaçar...bu ise benim hikayemdir..dinleyene olabildiğine cüretkar...
yaşayana bir o kadar sıkıcı...

1 Ocak 2010 Cuma

bu da geçer (mi) ya hu?




bu da geçer ya hu!
kış günü hani pencerelerdeki buğu
kedi kuyruğu
mevlevihanenin önünde bulanmış kana
geçmiş onlarca yıl var, kana kandıra
derviş
bitiş
geçiş
üstünlük?
trafik cezaları kesilmiş
saatteki hızlarından dönen tekerleklere
giriş ve geçiş ücretli midir artık?
tark-i tarikattan
ve bilgi ne kadardır saatlik?
ehl-i hakikatten?
...
bu da geçer mi ya hu?
kalsın otursun yerinde
lakin neyzenlerden Tevfik'in ikrarı üzere
gamın karar eyleyemeyeceğini biliriz...
güler geçeriz
"with a simle on your face..."in geçtiği parçalar ile
ayin-i şerifin üçüncü selamını ezbere biliriz...
elem neşrahleke...
kalbim açılır mı ya hu?
bu da geçer mi?

30 Aralık 2009 Çarşamba

yirmi dakika saygı duruşu


bilmem kaç yirmi dakika saygı duruşu
soğuk veyahut sıcak havalarda
istanbul nemli
diyar-ı bekir ovası serin iken
ve sen hep bir nefes uzağımda gelen
yarından konuşmak...
susmak
ama yine de anlaşmak
bir türlü kavga edememek

boyalı saçlarının ardında
ve kalem kaşların
erkekliğin en harbisi henüz 13-14 yaşların
kafa kağıdındaki rakamların arkasında
saklı olan kim?
yarın söyleyeceklerini kim yazar?
sevgiden törpülenmiş fahiş fiyatlara alıcı bulacak bedenin
çürürken kalem kağıt ve çocuklar arasında
çalıkuşu aslında intihar etmiştir
kaybolup söylenmez tarihin tozlu sayfalarında

boyalı saçlarının ardında
ve kalem kaşların
erkeğin en insanı...
henüz kaybolmadı!
...
yirmi dakika saygı duruşu lütfen
bayanlar, baylar değil!
sadece insanlar...
siren sesleri
aminler
teşekkürler
...
ritüeller
hiç sevmez oysa
toprak izleri hala suratında
gözleri ise acılardan bıkmış
ağlamıyor artık...
boş vermiş, dolu almış...
koy vermiş götüne...
yürüyüşü rahvan
yirmi dakika...saygısal duruşlar lütfen
...

28 Aralık 2009 Pazartesi

sus! kal!





Sus ve kal...
Tahammül edebildiğim kadar
Fazla kelimeye ihtiyacın zaten yok...
Çizdiğin resimlere sıkıştır beni
Beyin kıvrımlarının arasında...
Işıktan ekranın karşısından...
Ah! Pir Celaleddin olsa da 21. tarih asırında
Kısa mesajlar çekse bize Mesneviden...
Her beyit 160 karakter olsa...
Kırklar cem eylese "on air"
Maksat bilinmemek nede olsa...gerisi vesair...
Haber hiç gelmese tek gözlü Calut devinden
Diğer gözü hakikatten kördür zira...
Ama devdir ne de olsa...
Davud harptedir...Elinde ki asa mı?
Yoksa Süleyman'ın asası mı kırıldı?
Ve parçalandı...
Cinlerin iteati...
21. yy. beyaz camları arkasında...
Kaç Süleyman'ın asası çatlar?
Aman bilmesin ne in ne cin...ne de başka bir alem
Bilmek acıdır, ne büyük elem!?
Sus!
Kal!
Adam gibi Süleyman gibi...
Çatlamasın diye asalar...
Tahkimat duvarları örmüş mühendisler
Ki insan, hep gördüğü hayallerle yaşar..
İyi uykular...

21 Aralık 2009 Pazartesi

yağmurda ıslanırken


yağmur
hava
ve toprak
kokarken
ben kaçıncı sıtma nöbetlerindeyim?
ıslak elbiseli bir adam çıkar gelir mi?
yağmur
hava
ve toprak
hissederken ellerimde
kaçıp gider mi?
yaz mıdır? kış mıdır?
sayki ilk olmadı son bahar
bütün yağmurlar bir an biter
ıslak adamlar kururlar apartmanlar arası çekilmiş iplerde
kaç kadın kaç kocasını dizer ipe
kurutur tertemiz...
yağmur
hava
ve toprak
.....
isfehan hoyrat yahut bir arya okumalı
gazelhan da bir tenordur zira
ses telleri cami parmaklıklarına sıkışmış
kaside vari gazeller
ve kapris vari güzeller
...

kadınsı handelerde ve edalarda artık erkekler
ben kadınları bırakıp erkekleri severken
onlar mı kadınlaşır?
kadınlar erkekleşir...
ben kendileştikçe onlar mı ötekileşir?
herkes eşleşir
isyan kimedir?
doğurganlığa mı? yoksa ahlaka mı?
....
kalem çekilmiş gözler
ve rujları bulaşmış gömlek yakalarına
klasik tablolar...
yağmur
hava
ve toprak
isfehan hoyratı
bitmeyen bir aşur
son bulmuş ayin
ıslak derviş sikkesi
ve kana bürünmüş beyaz entarisi
yağmur
hava
ve toprak
...

15 Aralık 2009 Salı

re minör missa...


olmuyor. yazamıyorum...kaç gün kaç hafta geçti? ay oldu mu? bakmadım. ruhu ezip geçen ve onu yakan yaraları olmayan vücutlardan kaçmalıyım!

kalbem kebabest
ab-ı çeşmem roşenest
vel hasıl
selamet der kenarest....

olmuyor farsçayı da beceremiyorum. bırakmalıyım.

eski bir hamamdan eski bir tas olmalı insan şimdi
polisiye romanlardaki çin'li olmalı
abzürt birşey olmalı işte
post-modern kaygılar savaşında
yüzünün yarısını çizmeli...olmadı orospu olmalı
orospu vari bir ruha saygı duymalı
zira yitirdiği erkekliğini yahut kadınlığını arayacaktır

mescidin mihrabına yaklaşmamalı...
çok sevmeli ama dokunmamalı...ara ara kaçamak bakışlar ile yetinmeli.
tesbihim nerede?
la fa yı bir tenhada kıstırsa
re mi...
asla ayşenin kedisi de olmayacak
müzik öğretmenleri
maaşlarını çekemedikleri sürece
taşlaşan detone tonlarda öğretecekler gürültüler çocuklara
hiç kimse sevmeyecek /duymayacak ne Buhurizade Itri ne de Johann Sebastian Bach....
kopyala-yapıştır devam edecek hayatlar ah!
sevgiyi ve merhameti kim anlatacak çocuklara?
ve çocuğa olan saygıyı büyük insanlara....
sadece gelip mi gittiler?
lagari vari fişekler...
iyi dilekler...
segah tekbirler
re minör missa...
....

27 Kasım 2009 Cuma

Kurban Bayramınız Mubarek Olsun


 * kurban bayramı mubarek olsun                                                   


18 Kasım 2009 Çarşamba

en çok ellerim üşüyor

en çok ellerim üşüyordu
ıslanmıştık yağmurda...
sokaklarda arap sabunu kokusu vardı
içim ağlamıştı sahi ya...sen kaşlarını çatmaya devam etmiştin

ağlayışlar...

defterin orta yerinden karalanma hali...silgi parçalanıyor , bir kurşun kalem kırılyor elimde..öğrencim bakıyor gözlerimin içine.. "öğretmenim..." diyor susuyorum bu sefer...

saatte ilerlemiş....bira kokuyor etraf...ve bitmeyen sigara dumanı...günde en az 3 defa masturbasyon yapmış belli ki....
belli ki hala iyileşemedi...13 yaşından beri gittiği psikiyatrist çoktan emekli oldu oysa...

hep uzakta olanı sevmişti...uzaktakinin cazibesi...yakınına gelse daha çok zarar verecekti...sigaralar söndürecekti kollarında, bileklerinde bir kaç cm lik kesikler de çabası...


Allah'ım! yarın sabah olduğunda...yahut birkaç saat sonra... bilmem kaç kaç nöbetine uyanan tüm askerleri koru...herşeyden ve herkesten...üniforma içindeki savunmasız kalplerin ritimleri bozulmasın...amin..amin...amin...

sonra...
.....


gecenin saat kaçı?
03.39...
sevgilim bu gece mutsuzdu..bir parçada tebessüm onun çehresine..lütfen!...
babam horlamıyor artık..kolay nefes alabiliyor yaşlandıkça...kopuyor aramızdan...yaşlandıkça kopar mı insanlar birbirinde?

bilmiyorum...bir ses bekliyorum...ki sabah olsun

"hayyal el-felah..."
mohr taşım nerede anne? kerbela'dan gelen beze sarılı olmalı...ve salon bira kokuyor...
"dua edemiyorum artık..." diyor bir arkadaşım...sanki "benim için sen edebilir misin ?" der gibi bakıyor..
ben ise ağlıyorum...iki damla yaş süzülüyor gözlerimden...ve müezzin son nefesinde...

"lailahe...."

gün doğarken sevgilimin sakallarından tutunuyorum hayata...terliyoruz yorganın altında...bilincimizin biraz açık oalbildiği anlarda öpüşüyoruz da...
oysa yine de üşüyor ellerim...

16 Ekim 2009 Cuma

cadde-i kebir marşı


kalabalık..engelliyor yürümeyi
omuzlarına çarpıyor insanlar birbirlerinin...
erkekler ve kadınlar izdihamı
gayler, transeksüeller, lezbiyenler...
insanlar
yok ki kalabalıkta asker tek tip nizamı
isyanda düzen yoktur
düzülür zira boyun eğdikçe...
ram olur hükmüne bir düdüğün ve mentalitede tecvüz başlar
7.62 mm lik şakırtıları bilmez alkış tutanlar
kaba etlerini zevk ile sunanlar...
kan gelir öpüştükçe...

nihavend bir ayin başlar galata mevlevihanesinde..
"Yek demî gavvâs bûdem ber leb-i deryâ-yı aşk..."
giriş ücretide yoktur
zira saat epeyce geç
bir bar
bir mezar
bir mevlevihane
açıktır...
yıkılır dünya ki sanılırdı şahane
ney susmaz
mey de dökülmez...

bir aşık
bir maşuku tenhada bulur
tecavüz kaçınılmaz son
ayin başlar ve biter tekrar tekrar...
sahibinin sesinde bir plak kırılıncaya dek...
(16 ekim 2009 akşam saatleri...yorgun geçen günlerin ardından...gözlerimi kapattıklarımda gördüklerim...)

9 Ekim 2009 Cuma

dur gitme


dur gitme
kal
unuttum say bütün söylediklerimi
ama gitsen de yine gel
ara ara rüyalarıma sadece

aradan 4 mevsim 1 yıl geçti
haberin geldi geliyormuşsun
üzüldüm sevinemedim oysa
kader kimi kime seçti?
yaşıyordum farzettim yokmuşsun
akıyor burada hayat
istanbul hala kilo alıyor
kuzey ülkeleri hala soğuk...
ben artık ben
sen artık sen'sin

güzel günler...iyi dilekler...