26 Temmuz 2009 Pazar

derviş...

derviş tesbih taneleri arasında gezdiriyor elini... okşuyor her bir taneyi... sabrın müsvettesini çıkartıyor üstüne sanki. her tanede geçmiş tramvaları geliyor bir bir. tesbih aşikar ediyor bilincin altında ne varsa. ve derviş biliyor. biliyor ama konuşmuyor. konuşamaz! meryem orucundadır... üç gün üç gece konuşamayacak... ne büyük bir huzur sessizlik...

anneme bağırıyorum yine... kırıyorum kalbini farkındayım. başımı bin türlü derde bin bir defa sokmuş olsa da bağırmamı hak etmiyor... benim hiç bir davranışımı hak etmiyor aslında... hak ettiklerimiz? yok ki... ah hediyeler denizi içindeyim.

telefonlar....mailler....yazışmalar....ardından gün içinde beni arayıp buluşmak isteyen arkadaşlarımla bir bir planlar yapıyorum. bol paradokslu....

hazırlandım. çıkacağım ki... kapının kulpuna elim varmıyor.
duruyorum; dervişin duruşu!
susuyorum ; dervişin susuşu!
...

elim geri çekiliyor...ayaklarımda da.... soyunup banyoya gidiyorum!... önce yaralarıma tuz basıyorum. çok acıyorlar. hem de çok! gözlerimden yaşlar geliyor ama
sabrediyorum...derviş sabrı...

odama geri geliyorum...arkadaşlarım, dostlarım, sevgili editörüm, pek muhterem yazar çizer dostlar... gelemeyeceğim... başım ağrıyor, midem rahatsız, başım dönüyor sanki...
-...
-...
-...

ritüelleşen diyaloglar...bir dahaki haftasonuna temenniler...

sonuç;

ayin kaldığı yerden ; ikinci selamın ortasından devam ediyor...ve ses/nefes mest ederken ben bu günün en sıcak vaktinde dem buluyorum...bir damla göz yaşı düşüyor...

babamdan uzaktayım... göz yaşlarımı silemez...kaçtım ondan ufacık bir çocukken... şeytan aldatmacalarına kurban giderken...

"bir daha eskisi gibi seninle konuşmayacak " dedi annem...bağıramadım, tepki veremedim...şimdi olsa ne hırçın olurdum...

hırçınlaşıyorum... derviş hırçınlığı....

Hiç yorum yok: