14 Eylül 2008 Pazar

eskilerden sözler

ne kadar da masumduk...belki de hiç değildik...çokca bencil miydik? eskiden misketlerimizi paylaşamazdık, şimdi ise hayatı, havayı, suyu, yerin altını ve üstünü...paylaşamıyoruz.

- en güçlü olan hala kazanıyor anne!

sen de mi güç savaşlarındasın? ve babamın karşısında mısın? yoksa hiç sevmemiş miydin beni?
adı, konumu ve ayaklarının altı kutsanan sen neredesin?... neden sevemiyorum bir türlü anne!

sırf başkalarını değil...seni bile!

...............

oysa ne kadar da haklısın kızmakta, sinirlenmekte.... eski tadı yok konuşmalarının.... geç de olsa anladım. hiç bir parça neşelendiremeyecek artık beni de; türküler, zılgıtlar, serenatlar, senfoniler... hiç biri...

ey eflatun'un izinden gidenler! ben de gördüm mağranın dışını ...
sustum. tek kelime edemedim... gördüğümü babam fısıldıyordu bazen kulağıma...bir şey diyemiyordum. iki büklüm oluyordu vücudum... hareketlerim belirsiz refleksler... sözlerim ise anlamsız şiirler ve yahut ruz-i hanilerin en acıklı bölümleri oluyordu....

olmuyordu...
olmuyordu...
olmuyordu...

hayat üstüme kaç beden büyük gelmişti? omuzlarım kaldıramayacağı yükler ile yüklenmiş midir?

edith piaf hangi parçanın ortasında ağlamaya başlıyor?
bu kalabalık -ki 20.yy 'ın haddesinden geçmiş- onu niçin çılgınca alkışlıyor?
İbn-i Haldun asabiyetinde kollektif yaşamlar hala mümkün mü?
anne!
baba!
kardeşlerim!
dostlarım!
arkadaşlarım!
ve bütün seviştiğim insanlar...
perdeler kapanıyor...
ve derviş dönüyor...
dünyanın merkezine değilse de
misket oynadığı boş araziye dönmek istiyor!
şimdi lüks evler dikilmiş oraya ...
derviş ortada...
o da yalnız!
mabedden kaçmış... lütfen bir kapı açınız!
eski boş araziler olsun
ve çocukların düşleri kirletilmesin!
tüm hayallerime rağmen... derviş sen de yoksun...

Hiç yorum yok: