25 Kasım 2008 Salı

"eskiden insanlara merhamet öğretilirdi..."

okuyuculara buralarda mide sıkıntılarımdan, sinirsel iniş ve çıkışlarımdan daha da farklı şeylerden bahsetmeliyim belkide... evet bunlar ne kadar da ucuz ve basit numaralar kalem oynata bilmek için... bugün bir arkadaşımın kalbini kırdım. oysa ne kadar da hassastır o! sesini duymamış ve yüzünü görmemiş olanlar için bile düşüncelidir. şimdi ne kağıt ağlama duvarı ne de ben ritüeller dininin mensubuyum...

ne güzel konuşuyorduk oysa... tarih, sosyoloji, felsefe, dinler tarihi... üzerine konuşabiliyorduk...
bütün bunların "entel zırvalıklar" olmadıklarını ; hayatımızın her yerinde -çarşıda, manavda, otobüste, apartmanda ...- karşımıza çıkan ve tesbit edilen şeyler olduğunu konuşuyorduk. ara ara ...

o bugün şunu dedi;
"eskiden insanlara merhamet öğretilirdi...
şimdi kimse kimseye acımıyor ve bunun adına da -bireyselcilik (!) -diyorlar"

20 Kasım 2008 Perşembe

"ne görebildi kimse ; ne de anladı beni!"

bütün dertleri tek tek içime atıyorum. bana kulak verse de ;kimsenin beni tam anlamı ile anlayacağına inanamıyorum. günlerdir herşey ard arda geliyor...sahi ruhumu ve bedenimi yoran herşeyi kim tetikliyor BEN den başka? kendi kendimi hapsetmekten başka birşey yapamıyorum. oysa sussak ve sessilizği bir an bile olsa dinlesek?...


kendim, annem/babam, kardeşlerim, dostlarım, yakınlarım, arkadaşlarım, çevrem, apartman komşularımız, ülkem, içinde yaşadığım toplum.... tüm bunlar üzerine yazdıklarımı şimdi silmek zorundayım. sanırsam birşeyler karalayamayacağım... "sussam nereye kadar? gitsem neye yarar?"...

en iyisi susmak ve iç dünyanın kalın ve bir o kadar filitresiz duvarları arkasına saklanmak. bir hayal alemi içinde yaşamak...
"bir rüya uğruna ben diyar diyar / gölgemin peşinden yürür giderim"
oysa şair!
ya bütün bedenim zincire vurulmuş ve bir ayağım kesilmiş!
düşüncelerim yok sayılmış...
zihnime prangalar vurulmuş ise?

eskiden uyumadan evvel yazar ve yazmanın verdiği o rahatlamışlık ile uykuya dalardım. sabah kalktığımda ise gece yazdığımı bir defa daha okur ve düşünürdüm...

bir kaç gecedir pek uyumuyorum. sabah ile gece arasında ufak bir vakitte tamamen fizyolojik bir uyku hali... uyku ve rüyalarım da terk etti... sanırsam belli bir süre yazamayacağım.

"ne görebildi kimse ; ne de anladı beni!"

18 Kasım 2008 Salı

aşık aşkın kıymetini bilien; değil sen...

kaçar giderim ben de...
kaderimden yine kaderime
yahut; her sıkıntıdan göğüs kafesimin içindeki hayal dünyama
bütün dertlere bir sünger çekimi gibi
bir kafile içimde Nil'i geçer Musa'ca umut ekimi gibi...
geri de bıraktıklarım oysa önüme çoktan geçenler mi?
ben sussam bir ayin başlar mı?
konuşmalı mı yoksa susmalı mı... karasız kalmamak gerek
ne desem boş oysa dinlemekten de sıkıldım
tel örgülere takılır dostlarımın sözleri
hep kanatsa da ellerimi... bilirim yalan söylemez ki gözleri
....
eskiden olsa yine resitaller dinler ve şekersiz kahve içerdim
üstüne bir de en üst mertebeden bir küfür...
ardından bütün ışıkları söndür...
düşün tâki yüz bin yeni düşünce gelene kadar aklına
ve dua et!
inanmasanda rol kes ve göz yaşı dök...
bütün mezar taşlarını çürüyen dişler gibi tek tek sök!
düşler cam kırığı zaten...
sen hep ben mutluyum farz et...
aşık aşkın kıymetini bilien; değil ben...

14 Kasım 2008 Cuma

çekip giderken

çek git!
bakma geri... bütün yanlış anlaşılmaları ve kafiyesiz/keyifsiz sözlerini bırak ardında kalanların kafalarında soru işaretleri ile...insanların şehvetlerine ve ego'larına malzeme olmuşluğuna bir sünger çekmiş olamazsın. hayatta PC'lerimizdeki delete tuşundan yok...(olsa eminim...aynı hataları tekrarlardım yine) bavullar bile artık kat kat kıyafetler, kişisel bakım ürünleri ile dolu... yazdığım şiirlere, yazılara, sonu gelmemiş/gelememiş öykülere, çalışma notlarıma yer yok...

her elveda bir cesaret haykırışıdır aslında. ve her merhaba bir elveda ile birlikte söylenir... insan bir yere yüzünü dönerken bir diğer tarafa da sırtını dönmek zorunda... aslında her görüş bir körlük , her gidiş bir geliş, her ayrılış bir kavuşma değil mi?...

13 Kasım 2008 Perşembe

sevişmek ile seks arasındaki farkı anlayabilenlere....

gölgelere aşık olmalı!... insanlar arasındaki farkı tek düzeliğe indiren gölgelerde! ve gölge gibi aşık olmalı... ışık oyunları arasında sevişmeli. insan önce kendini sevmeli. aşkın adı var kendi yokken ne desem boşuna...

bitmeyen bir kısır döngüdeyiz sanki. sürekli yeni birileri...yeniyi bile eskittik ve o kadar hızlı hareketler yapıyoruz ki sanki yerimiz de duruyor gözüküyoruz... saatte bilmem kaç km. hızla dönen araba tekerleğinin sanki duruyor görünmesi gibi...

oysa yerimizde sayıyoruz! gay olmak hele... kendi neslimizi yeniliyemiyoruz... kendi kuşaklarımızı yetiştiremiyoruz. çoğalmamız için heteroseksüellerin çalışması lazım.... sahi biz duruyoruz ve sadece gölgeler ile ışık oyunlarında sevişiyoruz...

gökten üç elma düşmüş;
1-sevişmek ile seks arasındaki farkı anlayabilenlere....

2- öpüşürken gözlerini kapaya bilenlere!...
3- blog'daki yazıları okuduktan sonra bana ulaşıp "sahi sen gay misin?" diyenlere...

8 Kasım 2008 Cumartesi

Ben'liğin zindanlarında...

saat gece yarısını çoktan geçti. büyük sıkıntılar ve büyük dertler peşinde koşan yazar ve şairlerin kitaplarını bir kenara attım. bir söz cambazını dinlemek de istemiyorum. biri olmalı... susmalı... geçip karşıma susmalı! bana boş bem-beyaz sayfalar sunmalı... tek tek yazmalıyım o sayfaların üzerlerine...

ilkokuldan beri en çok kaybettiğimiz şeylerin başında gelir silgi... her silgi bitmeden kaybolup gider... arkasında bir kaybolmuşluk bırakır. sanki terk edilişlerimiz gibi, yahut zamansız-her ayrılış kadar- ayrı kalmışlıklarımız gibi...

kafamı iki elimin arasına alamayacağım. özür dilerim! kimsenin tramvalarında acısını azaltmaya da yardım edemeyeceğim!... herkes kendi terk ediliş ve ayrılışlarını kendi yaşasın lütfen! kendi aşk'larını nasıl kendi yaşıyorsa...

ego , ben'lik, saplantı.... hiç biri değil...

kimse beklemesin benden akan göz yaşlarını silmemi... benlik mağrasına kaybolmuş olan ben...

HAYIR! olmalı... bir çıkar yol elbette olmalı! böyle gidemez ki! yalnızlık nerede bitmeli?... sahi Sadık Hidayet'in intiharından, Hikmet Kıvılcım'ın dışlanmışlığından, Buda'nın karısı ve çocuğunu son kez bakarak terk edişinden, Gothe'nin kalbindekileri gizlemek uğruna çektiği sıkıntılardan/ haykıramayışından!... bütün bunları tek tek düşünüp bir araya getirdiğimde...

ne kadar BEN zindanlarına mahkum insanlar var dünyada diyorum...kimisinde özne; kimisinde nesne olsada "insan"... Ben'liğin zindanlarında...

7 Kasım 2008 Cuma

Mum ışığından hayaller

Mum ışığından hayaller
Titreyip her an sönecek olan ateş ve büyüttüğü gölgeler
Ne kadar da tek düze siyah ve beyaz arası
Gecenin sabaha en yakın saati
Yelkovan ve akrep kıskacına sıkışan dakikalar dünyası
Uzansa bir el, tutsa kalbimden
Dumansız alevler, fakat onun ile cennet provası
Rüyalar geçidimden...

6 Kasım 2008 Perşembe

salih memecan'dan...


(Not: Resmi daha net görmek için, resmin üzerine mouse'sunuzun sol tuşu ile bir dokuna bilirsiniz)

4 Kasım 2008 Salı

gün batımında

Kendisinden ve hislerinden emin olmak isteyene...


Akşamın üzeri balıkçı iskelesi önü

Balıkça ölüm korkusu

Kedice iştah kokusu

Güneş battığı adanın arkası

Bitmeyen yaşam kavgası

Hayat kadınları ve erkekleri arası

İskelenin babası, denizin ise anası

Ben kıyıda bir yerde kelime avcısı…

Kırdığım kalpler dolusu günahlar

Mutlu ettiğim yüzlerce tebessüm

İçimdeki şeytandan öğrendiğim kahkahalar

Müsvedde ve taklidi deniz, kıyısında akşamlar


Eli kalem tutan adam...

Eli kalem tutan ve ağzı kelimeler dolusu laf yapan adam!...
-sana çok ihtiyacım var...maneviyata ihtiyacım var şu sırlar. mümkünse belli bir dozda (!)olsun.
-kaç mg. vereyim? 3x3 ? 1x3?...
-bilmem ki...konuş işte...aşk'ı anlat. aşk nedir?
-...

ne kadarda zor soruları ne kadar da koaly sorar olduk. benim bırakın sormayı ağzıma almayı bile imtina ettiğim...sonra ne bileyim kelime enflasyonuna kurban ettiklerim. hani insanın hayatta 3-4 defadan fazla söylememesi gereken kelimeler vardır ya...

artık çıkacak suyu dahi kalmadı bu işin. mide krampları ve sinirsel refleks bozuklukları ile birlikte ilerliyor sanki... en çok da... sanırsam parmaklarıma vuruyor.

insanların hoşuna gidiyor sanırsam yazdıklarımı okumak.

oysa yaşayan ile okuyan arasındaki fark?... keşke okumak kadar kolay olsa yaşamak...

1 Kasım 2008 Cumartesi

parçalanan BEN lik

BEN 'lik birşeyler aradığımız bir ortam internet. bir söylentiye göre google'da türklerin en çok aradıkları kelimelerden biri BEN'miş. google'a "ben" yazıp kendi hakkında bilgi bulacağını düşünen bir kitle var hatırı sayılır derecede hem de... teknolojik pratikleri kendi tembelliğimiz ile birleştirince harika sonuçlar çıkıyor (!)

birşeyler ortaya koymak/üretebilmek/en azından çabalamaktan ziyade... OLmak üzerine yoğunlaşıyoruz. Müdür OLdum. DOKTOR OLdum...sıfatlarımızı neden büyütürüz?

Türkçe grammerde sıfat hep ismin önündedir. ilginçtir farsça ve arapça'da ise tam tersi. isimlerin kendi "ben"likleri daha ön plandadır. biz ise sıfatı öne çıkartıyoruz. ömürler törpülenip gidiyor OLmak uğruna.

varlığımızı önce kendi dünyamızda tanımalamadan hemen armağan edebiliyoruz hal böyle iken. sadece verebildiğimiz var-OL-a geldiklerimiz belki de... esas/usul tartışmasını da geçeli epey oluyor sanırsam....

dünya ekonomik ama daha çok dramatik kaoslar yaşarken kavramları eğip büke büke ne hallere getirdik. hep birşeyler OLabilmek için...

Europe 2015 - 2015'de Avrupa

Ara ara bir sürü değişik ideolojik ve siyasi haritalar görmeğe alıştık. Avrupa için hazırlanmış buna rastlayınca sizlerle paylaşmak istedim. Bazen ütopyalar büyüklere oyuncak gibi geliyor... Strateji oyunları oynamak zevkli -tabi harita başında kaldığımız sürece-...

(not: haritayı daha ayrıntılı görebilmek için üzerine tıklayabilirsiniz. paşa gönlünüz bilir.)