22 Eylül 2009 Salı

ben nereye gidiyorum?

ne kadar yalnız bir gece
gündüzün kalabalığı gece mi dağılır?
sevdiğim bedenlerin hepsini şehvet salyaları ile ıslattım
ve ben yine bana kaldım
yatağa gitmeye korkuyorum, çünkü uykudan korkuyorum...
uyku yarı ölüm anne...biliyorum
babam başımı okşamıyor artık
sen de üstümü örtmek için gelmiyorsun
yaşlandıkça benden daha çok uyuyor ve daha az konuşuyorsunuz...
oğlunuz büyüyor haberiniz var mı?

bir erkeği çok sevdi oğlunuz...kalbini de çok kırdılar
o da çok kalpler kırdı
eline yüzüne bulaştırdı...hayatı

lisans diplomam kayıp
gazeteler ilan kabul etmiyor...
bütün öğrendiklerimi unutuyorum
sevişirken düşünmüyorum
ne kendimi ne sizi...

itiraf ediyorum gece ilerlese de
yatağımdan
uykudan
rüyalardan
melekten
korkuyorum...şeytan zaten içimde...
alnımdaki izler silikleşmiş
tebessüm de edemiyorum
ben nereye gidiyorum?

15 Eylül 2009 Salı

kuklalar da ağlar...ıslanır ipleri

kuklaların ipleri gözüme ilişirdi...tüm gerçeklikleri kaybolurdu yukarıda ve aşşağıda onları yönetenleri gördükçe... gerçekliği kaybolur hayatın Tanrı'yı düşününce...ben bir kuklayım.. iplerimi kesmek, onlardan kurtulmak istedikçe onlara dolandım durdum... makastan hep korktum. canım çok yanıyordu anne... babama göre sünent olmalıydım. korkardım erkek olmaktan.
vuracaktım ve kırılacaktı.
sert bakacaktım ve küfürler edecektim
sikecektim...sevdiklerimi ve nefret ettiklerimi aynı anda.. ne cinnet hali Tanrım
küfürleri bir kaç gecede ezberlemedim ben... fizikteki mezkez kaç kuvvetinin formulü değil ki bu...

anne ben senden yoruldum. yeter dedim susmadın. elimi kaldırdım. sıktım yumruğumu
ve o yumruk kaç defa sıkıldı
kalp kaç defa ritim atladı?
artık uyuyabiliyordum sanıyordum geceleri
gece nöbetçisi gece nöbetlerine uyandırıyor oysa hala
ben ise hep uyanığım


yumruğunu sıktı kukla anne...babam ellerine dolaştırmış ipleri...hasta olan dedem...ipleri nerede? gittikçe daha inceliyor. kopacaklarmış dedemin ipleri. doktorlar öyle söyledi. sonra özgür olacakmış. yerin altından yollar varmış gök yüzüne... ve göz yaşları varmış... tebessüm ederken düşermiş yüzlerine insanların
ama meleklerin tebessümleri var mı?
ah ne ızdırap hali...
tapınmaktan uzakta bir yaşam
tanrılar dağı neden hep soğuktur?prometheus 'un ateşi...

neyse...anne ben sıkıldım. yetmiyor evimin duvarları
sokak beni bekler mi?
ölüm hangi köşe başında?
ben zor olanı tercih ettim...ölmeden önce deştim yaralarımı
çok kanadı
çok acıdı
ama sesimi çıkartmadım.
bol küfürler işittim....hep benimle anal ilişkiler düşleyen/söyleyen insanlardan
gözümü kapadımsa da kulaklarım hep açıktı...
görmedim ama duydum

elinde silahlı kuklalardık biz...iplerimiz karma karışık
hiç bir kuklanın ipini kesmedim anne, baba, kardeşlerim, dostlarım, sokağım, mahallem, beldem, şehrim, ülkem, dünya ve insan...

bekledim...bir gün gelir
kuklalar da ağlar...ıslanır ipleri

13 Eylül 2009 Pazar

olamadıklarına öykünerek geçer mi?

ufak yaşları vardı hayatında
beyaz teni ve kırmızı elbisesi
bir göğüsleri dışarı tomurcuklansın isterdi
hiç anlaşamadı iki bacağı arasındaki ile
ve camide
nerede oturacağına hiç karar verememişti...
bar taburelerine de alışkın olduğu söylenemezdi
günahkar mıydı?
çok da değil
hep ufak yaşlar ile sevdi ...
bedenleri kocaman kalpleri minicik adamları
şeytanlaştığı zamanlarda şehvetini törpüleyen tecavüz krizleri idi...

ve makyajını tazeledi...sabah ezanına kadar
sürecek olan bir tecavüze hazırladı kendini
aynadan baktı gülümsedi...
inadına...
42 numara sivri topuklu ayakkabısında acısa da ayakları
inadına...
söz dinlemese de severdi annesini
benzer zevkleri tatmak isterdi o olmak gibi
tomurcuklansa göğüsleri...
seyrek tüylü bacakalrı çapraz

aşık olacağına çok inanırdı küçükken
kalbi kırıldı çok...
dağıldı parçaları okul bahçesine
sırf kullanılmıştı ya...
onun aradığı kalp, ötekinin sıcak bir delikti...
uyuşamadılar delilikti
çokta üzülmüştü ya...
varmış/yokmuşlar ile geçti yıllar
42 numara sivri topuklu ayakkabılar
hangi sokaktı adı...sarhoşken de hatırlamazdı ayıkken de
daha az sarhoş
daha fazla insandı...

10 Eylül 2009 Perşembe

kendi ile kalmak

istifa edeli bir çok şeyden...en çok kendi kendim ile kalmayı özlemişim
tuzsuz yemiş, biraz meyve , şekersiz çay ve kulağıma hafif gönlüme ağır müzik...annem hala dünümün kaygısında. ben ise anın keyfindeyim...
eski alışkanlıklarıma devam ediyorum. odam hala dağınık. hiç toplamadım. ne zihnimi ne odamı. müzik listelerim bile karman çorman. pantolonum da yemek izleri...tebessüm edip duran bir kızcağız var karşımda sürekli...başlamanın vermiş olduğu mutluluk. ne çılgın ne delice bir şey!

tuzsuz yemiş, meyve ve şekersiz çay kalıyor benimle...müzik uzaklara gidiyor...bir ıslık oluyor en son...ah kapı çalıyor! kapıcı çöpleri alacak. peki kapıyı kim açacak ki?pizza kutularını saklıyorum. utanıyorum 5-6 kutu pizza parasına bir ay çalışan kapıcıma çöp olarak kutuları vermeye. patronum işyerinde hiç utanıyor mu bilmiyorum...benim 56 aylık maaşım tutan arabasına binerken...

parasal merdivenelr inip çıkıyoruz... karşı komşumuz camiye gidip teravilerde aynı safta durarak herkes ile... eşitlediğini düşünüyordu...

ah Marks... kafamı karıştırmasa(!)... Sadık Hidayet okumaya devam etmeliyim. varoşun ve banliyönün gençleri kadar ateşli ve doğal sevişemeyen bütün burjuvalar gibi bir süre sonra aseksüelite açacak kolalrını...bunalımların ardından...yüksek idari makamlarda intihar sesleri duyulacak...

ben ise... tuzsuz yemiş, meyve ve şekersiz çay....müziği hiç söylememe gerek bile yok...

3 Eylül 2009 Perşembe

aşk'ın norm'al hali var mıdır?

norm lar dünyasını alt üst etmekdir aşk...
erkeğin erkekçe yine bir erkeği sevmesi midir?
belki de cinsellikten kurtulmaktır...
aşmaktır...
aştığını zannedip düşmektir...
tek emin olduğum ise bolca karışmaktır...
karıştırmaktır
düşünceleri duyguları bir birine
ömürcek ağları ile örmektir
fikir düğümleri ile bağlamaktır
son hali şaşkınlıktır
ve bütün bu söylenilenleri unutmak yaşamaktır
ölmektir yeri geldi mi
öğrendiklerini unutmak ezberleri bozmaktır
isyandır en nihayetinde
kendime kendimce kendim ile olan isyanımdır

27 Ağustos 2009 Perşembe

dolgusal bir hayat

ofis ortamı...kalvye, yazıcı, fotokopi makinası, telefon ...sesler sesler...en çok insan sesleri...
üstüme üstüme geliyor bazen. yığınla önümde biriken dosyalar dosyalar...çalış çalış çalış...

en ergonomik oturuşu bulana kadar 10 saatlik günlük mesaim doluyor zaten...ve hiç bitmiyor...sorunlar/sorular...

çalışmanın zahmeetinden değil yakınmam...dört duvarın belki fazla rahatın üstüme üstüme gelmesi...

bazen amfiyi özlemiyor değilim...şimdi istifa mı etmeli? işsizler ordusuna mı katılmalı? belki evet de...ya yarın? ilk günün hovardalığı geçince?...bugünü yarının kaygısı ile dolduran ben...dolgusal bir hayat sunuyor tercihlerimiz...

bütün bunaltının içinde..gözleri gülen bir kız bakıyor bana ...ve içten bir tebessüm gönderiyor bana...
-kolay gelsin
-teşekkürler...

25 Ağustos 2009 Salı

İsa'ya rağmen İsa'yı..


nedir şairin ilmihallerden çektiği
nedir aşıkın bilmeden sevdiği...
ve İsa bir gün gelip karışsa aramıza
inkar etse söylediklerini...
binbir küfür etse kendisine atfedilen mukaddesata...
aşık inat ile devam eder imanına...
uğratacak kim kesata?
öper dudaklarından
meryem adlı bir kadın
tüyler uçar şakaklarından
bir cebraildir rüzgar değil esen...
pavlus yalanlarından utanır
yine de inatla sever aşık
İsa'ya rağmen İsa'yı...


bir ikon çizer bir derviş...
çizdiği aşık olduğu karşı komşunun kızıdır
adını meryem'in adında gizler...
oysa başkadır sevdiği

bir hat yazar bir derviş
çizdiği aşık olduğu bir başka derviş
adını iki vavın arasında kıstırır
oysa başkadır sevdiği...
İsa'ya rağmen İsa'yı..

23 Ağustos 2009 Pazar

farklılık

farklı olduğunu iddia edip bunun ile övünen...
yahut farklılıklara öykünenlere ithaf olunur.


48 saattir yemek ve tuvalet ihtiyacı dışında çıkmadığım yatağımdan yazıyorum...yatağım çalışma masam, karargahım, hayal dünyam, mağram, nirvana'm, hira'm, çarşafım ömürcek ağım, yastığım ise güvercin yumurtalarımdır...

"farklı olma, sıradan ol hayat daha kolay"
ne kadar da tokat gibi bir cümle benim için. kültürsüz, köysüz, hiç bir yersiz...olmak...
seni sarıp sarmalayan kollayan akrabalarının olmaması, babana ve annene dahi hayatını tüm açıklığın ile anlatamamanın ızdırabı ve kocaman ön yargı duvarlarına çarpıp kalmak...evde, okulda, işte, yolda, sokakta...

omuzlarımdan benden daha zor durumda olanların ızdırabı...bunu bilmek ve bunu hissetmek...

"akşamları tv'de haberleri seyretmiyorum" demişti bir radyo programcısı...aynı cümleyi bir çok kişiden duydum...habersiz olmak daha mutlu ediyor bizi...dünyanın derdini ve kederini taşıyamıyoruz...işimize geldi mi ise...bir globalleşmedir almış başını gitmiş...

çin malları kullanırken mutluyuz da; çin'de olup bitene ne kadar duyarlıyız?...
bu kadar bencildir insan milleti...umursamaz, ızdırabını çekmez...vurdum duymaz...duyamaz...

sağırlık ve körlük mutlu eder bizi...

ama işimize geldimi...havamızı atmayı da severiz..."ben farklıyım"... hoş bir reklamdır... oysa heryerde aynı olabilmek..kendi olabilmek...maskeleri azaltabilmek hayatta...

farklı olmak ızdıraptır...ızdırabı çeken ruh acıya alıştığından farkında bile değildir çoğu zaman...bağıran çağıran yaygarayı yapan ise aslan değil sırtlanlardır...

-----------------------
insanlar gelip geçtiler...sadece baktı ve yüzünü çevirdi kimisi...kimisi yüzünü ekşitti.... yahut beni düşman olmaya bile layık görmediler... çocuklara gösterilen bir hoşgörme ile sırtımı sıvazlayıp ah vah ettiler...

yarın sabah olacak...tebessümler ve günaydınlar...iyi dilekler...

18 Ağustos 2009 Salı

banliyö...tedirgindir aşk'a


düşlerimdeki yeri buldum sanırsam...sanmanın iç sıkıntısı ile birikmişliğin ızdırabı...

yorgun geliyorum akşamları eve...biraz meyve ve yemiş ile geçiştirmeye çalışıyorum midemin açlığını. açlığa alışmalıyım...az konuşmaya az uyumaya az yemeye...

ama asla oalmayacağım şeylere öykünmemeliyim!

dün gece kendimi sarhoş iken gördüm. öyle mutlu idim ki...olmayacak şeyler bizi deli gibi mutlu eder...ki mutluluk da özünde bir delilik taşır

her köşe başında bir geçmişim ile karşılaşıyorum. ve o profesörün dediği doğru...

"zaman kaybolmuyor"

hasan sabbahı bulmalıyım. ruhum avazlar içinde acem diyarının trajedilerine, yalanlarına, fikir karışıklıklarına saplanmalı ve kalmalı orada...

alamut ebedi kartal yuvasıdır. şimdi ise paris'te, londra'da, berlin'de, tahran'da, istanbul'da, atina'da, kahire'de, barcelona'da, dublin'de, aşkabad'da, grozni'de, buhara'da, new-york'da...
yeryüzünün dört bir şehrinde...banliyölerde yaşıyorlar...
fare yuvaları değil mekanları...göktelenlerde de yaşamıyorlar...
ne şehrin dışında ne de tam ortasındalar.
hayatları da, mekanları da...
banliyö arada birazcık uzakta...
ama tedirgindir aşka

11 Ağustos 2009 Salı

hastayım

geçen gece yazdığım bu yazıyı...

dostlarımı, ailemi, sevdiklerimi ve onların geçmiş güzel anılarını/ gelecek güzel günlerini .... inciltmemek için sildim...bir nüshası kağıtta idi...şuan külleri savruluyor İstanbul'da çöplüklerden birinde...

5 Ağustos 2009 Çarşamba

eğer sorarsan ben kimim? ademim ruhum tanrıyım şeytanım...

oğlunun katili bir babanın trajedisi...
oysa kucaklamak isterdi onu
sarılmak öpmek koklamak...
oysa baba hastadır
gözleri bakar artık görmez
bu alemin ötesinde dolaşır ruhu...

suhrop ise delikanlıdır...dilaverdir...
kılıcını kan ile silendir...
alem ise babasını kahraman bilendir....


oysa bütün masallardan ziyade bu çok etkiler beni. suhrop da can bulur ruhum. ölü bedeninde soğukluk, mezarında kalbini kemiren kurt misali! bir parça dolaşır kalbimde ondan bana miras...

babam ise rüstem olamadı... cengaver değildir. uzaklara bakar...
artık ben de bakışlarımı göreceğim en uzak noktaya dikiyorum yürürken... ayaklarım çivileniyor zemine...ama depremler oluyor beynimde... hücrelerimde. dengemi kaybedip sallanıyorum.

şehram'a göre kendim ile mücadelede iken yeniliyorum.

elimde bir kılıç. en ön safta ben varım. şovalyeler, cengaverler, pehlivanlar, en keskin okçuların ... kargıların ve tatar yaylarının tam önüne atlıyorum.

kendi kılıcım ile kendimi kan revan içinde bırakıyorum onlardan önce... şaşırıp kalıyorlar. liğme liğme etmek istedikleri "ben" ... bu işi büyük bir zevk ile yapıyor... taki güçsüz düşene kadar...

çömeli veriyorum yere.... babam katilim olacaksa, ondan önce davranmalıyım. kardeşimin ellerine ve omuzlarına da yükleyemem bu günahı...

fısıldıyorum aklımda son kalan şarkıyı;
"eğer sorarsan ben kimim?
- ademim ruhum tanrıyım şeytanım..."